Bunu önceki yıllarda da yapıyorduk ama bu yıl daha bir farklı oldu. Sebebi belgeseller, diziler ve itiraflarla darbenin saklı-gizli kalan bazı pisliklerinin ortalığa saçılmasıydı. O kadar ki, eskiden “her şeye rağmen 28 Şubat’ı savunuyorum” diyenlerin dahi artık bunu yapması, akıl, izan ve vicdandan mahrum değillerse, imkânsız hâle geldi.
28 Şubat 1997’de ne oldu? Ordu, içindeki çeteci ve cuntacıların marifetiyle, siyasete bütün ağırlığıyla ve derinlemesine müdahil oldu. Demokratik usullerle işbaşına gelmiş bir iktidarı baskı, şantaj, manipülasyonla önce kötürümleştirdi, sonra düşürdü. Cuntacıların bunda yalnız olmadıkları, sivil işbirlikçilerinin bulunduğu, bu yüzden tüm sorumluluğun “askerlere” yıkılmaması gerektiği tezi, bir doğruluk payı taşısa da, bu gerçeği değiştirmez; zira, darbeyi tezgâhlayan askerler olmasaydı, siviller ne yaparsa yapsın, yaşanan olaylar vuku bulmazdı. Bugün bu gerçeği daha iyi anlayacak durumdayız.
28 Şubat bir ilk değildi. Osmanlı’ya kadar uzanan ve 1960 gerici isyanıyla Cumhuriyet döneminde ilk somut örneğini veren darbeciliğin son halkasıydı. Gerekçe münbit “irtica” korkusuydu. RP’nin yükselmesi irticanın ülkeye egemen olmaya ve tarihin en büyük siyasi olgusu olan “cumhuriyetimizin” yıkılmaya başlaması anlamına gelmekteydi. Bu yüzden, memleketin asıl sahibi, efendisi, velinimeti silahlı memurların seçilmişlere karşı harekete geçmesi; ülkeyi, rejimi kurtarması ve “vatandaşları” halka karşı koruması gerekirdi. Bu “şerefli” göreve kendi kendilerini tayin etmiş bulunan silahlandırılmış memurlar, biraz risk alıyor olsalar da, garantili bir işe kalkışmışlardı. Kültürel genlerinde silahlı darbeye direnme bulunmayan halk; siyasî geleneğinde silahlı darbecilere karşı dik durma eğilimi ve cesareti kazanamamış bir politikacı sınıfı, demokratik iradeye kafa tutan ama silahlı bürokratik iradeye ram olmayı seven bir yargı zümresi, en heyecanlı anlarını darbecilerle iş tutarak yaşamaya alışmış medya kodamanları darbecilerin kendilerini neredeyse güle oynaya darbe yapabilecekleri dikensiz bir gül bahçesinde hissetmesini sağlıyordu. Onlar da bunun hakkını verdiler; açık ve örtülü yollarla, yasal görünse de, hukuk dışı olmasına aldırmadan her aracı kullanarak amaçlarına doğru ilerlediler. Hedefleri uğrunda her şeyi mubah gördüler. Milletvekillerini şantajla veya tehditle partilerinden kopardılar. Hoşlanmadıkları geniş toplum kesimlerini şeytanlaştırmaya ve yalıtmaya başladılar. Tehlikeli gördükleri sivil ve resmi kişi ve kurumları fişlediler. Yargı tezgâhında RP’yi, FP’yi kapattırdılar. Başörtülü kızlara hayatı zindan ettiler. Toplumsal yapıda zaten mevcut olan militarizmi harekete geçirdiler ve takviye ettiler. Böylece güya silah kullanmadılar ama neredeyse silah kullansalardı yapmış olabilecekleri her şeyi yaptılar.
28 ŞUBAT DARBESİ MAĞLUP OLDU
Darbecilerin en hassas ve gayretli destekçileri, yargı bürokrasisi ve medya kodamanlarıydı. Bunlara bir de akademik bürokrasi ve devletçi sermaye çevreleri eklenince tablo tamamlandı. Siyasetin milliyetçi ve ulusalcı kısmı da darbeye desteğini esirgemedi. Siyasetin dağınık olmasına karşın kendileri bir karargâhı idare eden ve daimî personele sahip olan, kara propaganda ve psikolojik savaşta uzmanlık kesbetmiş darbeciler bugün sırrını çözmüş olduğumuz bir işleyiş mekanizması kurdu. Karargâhın özel görevlileri masa başında veya alan operasyonlarıyla irticai olay imal etmekteydi. Sonra bu olaylar ya medyaya servis edilmekte veya medya onlara bir şekilde ulaşmaktaydı. Onlar hakkında çıkan medya haberleri darbeciler tarafından “irtica aldı başını gidiyor” diyebilmek için topluma yönelik propagandada ve iktidarlara yönelik baskıda (bazen şantajda) araç olarak kullanılmaktaydı. Sonra bu uydurma, gerçek olsa da sıradan vukuatların gerçek veya muhayyel faillerine karşı yargı bürokratları harekete geçmekte veya geçirilmekteydi. Son olarak yargının hamleleri hem medya hem de darbeci askerler tarafından tekrar kullanılmaktaydı. Bu işleyiş yıllarca devam edip gitti. Ona dayanarak partiler kapatıldı, insanlar mağdur edildi. Ülke bazıları için cehenneme, bazıları için bir psikiyatri kliniğine çevrildi.
Ne var ki, 28 Şubat darbesi hedeflenen sonuçlara ulaşamadığı gibi darbeciliğin altını oyan gelişmelere de sebep oldu. Bunların ilkini sosyal olayların tabiatına, ikincisini davranışların-faaliyetlerin niyetlenilmemiş sonuçlarına atıfla açıklayabiliriz. Uzun vadede neyin ne olacağını belirleyecek olan, toplumsal hayatın doğal, bir merkezin tam kontrol ve yönlendirmesine tabi kılınamayacak akışıdır. Toplumsal vakıalar, değişimler, altüst oluşlar, suni müdahalelerle belki geciktirilebilir, bir ölçüde yönlendirilebilir, ama bütünüyle tayin edilemez ve engellenemez. Bunu en iyi anlamış olması gereken, bu ülkede, sosyologlardan bile çok, askerlerdir. Yaptıkları hiçbir darbe sonrası siyasi ve toplumsal dizayn işe yaramadı. Duvara (toplumsal olgulara) tosladı ve çöktü. 28 Şubat bir istisna teşkil etmedi. Bununla bağlantılı olarak, niyetlenmemiş sonuçlar kuralı, 28 Şubat “deneyi” tarafından doğrulandı. Beşerî davranışların daima niyetlenmemiş ve çoğu zaman istenmeyen, hatta istenenin tam tersi neticeleri olur. 28 Şubatçılar bir kesimin siyasî ve iktisadî hayatta neredeyse fiziksel varlığına karşı çıktılar. Onların, güçlenmelerini bir yana bırakın, varoluşlarını bile gayrimeşrulaştırma çabasına girdiler. Bu yüzden onlara haksızlıklar yaptılar ve acılar yaşattılar. Gel gör ki, bütün bunlar o kesimin zayıflamasına değil, güçlenmesine yardımcı oldu. Parti kapattılar, daha büyük bir dindar-muhafazakâr siyasî güç doğdu. Akademisyenleri budadılar, muhafazakâr akademisyenler üniversitelerdeki ana gruplardan biri statüsünü kazandı. Anadolu sermayesini yeşil sermaye etiketiyle ezmeye çalıştılar, Anadolu şirketleri büyüdü. Darbeciliğin inançlı müttefiki medya bile çoğullaştı. “Merkez medya” dedikleri Kemalist, militarist, darbeyi ve darbeciyi sever medyanın yanına muhafazakâr bir medya eklendi. Kısaca, 28 Şubat darbesi mağlup oldu.
Şüphesiz bu mağlubiyet Türkiye’de darbeciliğin bittiği anlamına gelmiyor. Michael Roskin’in dediği gibi, bir ülkede bir defa darbe yapıldıysa, tekrar yapılabilir. 28 Şubat’ın ipliğinin iyice ortaya çıktığı şu zaman diliminde demokratlara düşen görev gevşemek ve “bir daha olmaz” lafazanlığı yapmak değil, darbenin siyasî, hukukî, medyatik, akademik ve toplumsal zemininin daha da zayıflatılması için mücadele vermeye azim, kararlılık ve cesaretle devam etmektir.