1) Seçim süreci ve öncesinde adil yarışma ve rekabet koşullarının arzu edilenden çok uzak olduğu aşikârdı. Fakat bu seçime, kazananın baştan belli olduğu, göstermelik bir seçim demek haksızlık olur. Muhalefet ittifaklar kurabildi, bir araya gelebildi yeni bir heyecan dalgası yaratabildi. AKP, belki de ilk kez ciddi bir biçimde kaybetme korkusunu hissetti.
2) Seçimin kazananı şüphesiz Sayın Erdoğan. Öte yandan bu başarının MHP desteği ile geldiği de unutulmamalı. Erdoğan’ın oyu ile AKP’nin oyu arasındaki 10 puanlık fark abartılmamalı, zira MHP’lilerin hiç değilse yarısının Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a oy verdiğini varsayabiliriz. AKP’nin MHP yanında İP’ye oy kaptırdığı da söylenebilir. Kâğıt üzerinde çok güçlü gibi görünse de, Erdoğan’ın MHP’nin –ve onun bürokrasi içindeki uzantılarının desteği olmadan yönetmesi kolay olmayacak. Sayın Devlet Bahçeli’nin ilk konuşmasında “denge denetleme” işlevinin kendilerinde olduğunu söylemesi anlamlı. Sayın Erdoğan’ın farklı siyasi güç odakları ile ittifaklar yapıp/bozma becerilerinin her zamankinden daha çok sınava tabi tutulacağı bir döneme girdiğimiz kesin.
3) MHP’nin oyu hem 15 Temmuz’un bastırılmasında oynadığı rolün getirdiği prestij ve hem de AKP’nin köpürttüğü milliyetçi dalganın bir sonucu gibi görünüyor. 15 Temmuz sonrasının “fiili” iktidar ortaklığının da bu partiye yaradığı kesin. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a, TBMM seçimlerinde ise MHP’ye oy veren AKP’lilerin sayısı da yüksek gibi görünüyor. Ve nihayet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde birçok ilde MHP oylarındaki “olağanüstü” artış, OHAL koşullarının en çok MHP’ye yaradığını düşündürüyor.
4) Sayın Muharrem İnce bu seçimin kaybedenleri arasında değil. CHP’nin 86 yıllık mirasının etkisini 40 günde ortadan kaldırmak mümkün değildi. İnce’nin taşralılığı, bürokrasiden gelmemesi, hazırcevaplığı, hitabeti, mizahı kullanabilmesi, din ve dindarlıkla bir sorunu olmadığına dair söz ve eylemleri ve yapıcı gibi görünen tavırları olumlu özellikleri arasında. Ancak diğer taraftan İnce’nin sol popülizmi, siyaseti bir gösteriye indirgeme eğilimleri, kadro oluşturamaması ve –Türk seçmeninin- devleti yönetmeye soyunanlarda aradığı “ağırlık” ve “ciddiyet”e sahip olduğu izlenimini verememesi oylarının daha da yükselmesini önleyen faktörlerden. Sayın İnce’nin Türk siyasetinde kalıcı bir figür olması bu olumsuz algılamayı ne ölçüde değiştirebileceğine bağlı.
5) Seçim öncesi beklentileri aşırı yüksel(til)miş CHP seçmeninin bir kısmınının hayalkırıklığı da büyük oldu. Kendi doğrularından hiç şüphe etmediği gibi, “gerçekliği” hoşuna gitmediği için algılamama ve kabul etmeme eğilimi son derece yüksek olan –ve CHP içinde az sayıdaki makul sesleri de bastıran- bu seçmen kitlesinin dönüşümü (eğer olacaksa) kolay olmayacak. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP, kısa vadede AKP’nin çok işine yaradığı gibi, “devlet” açısından da hem siyasal İslama karşı bir denge unsuru ve hem de Alevilerin çizilen sınırların dışına çıkmamalarını sağlayan bir örgütlenme olarak işlevselliğini sürdürecek gibi görünüyor.
6) HDP, barajı geçmesini kendisine çoğunlukla AKP’nin TBMM’de hâkim olmasını önlemek için verilen emanet oylara borçlu. HDP’nin hem PKK ve hem de tabanı olmayan arkaik Türk sosyalistleri ile arasına daha fazla mesafe koyabilmesi, şiddeti reddeden, sosyo-ekonomik eşitsizliklere, çevre sorunlarına ve azınlık taleplerine hassas sol bir partiye dönüşebilmesi uzak ihtimal. Maalesef, mağduriyetten beslenmek sadece muhafazakarların tekelinde değil. Emanet oyların varlığı da bu dönüşümü kolaylaştırmayacak.
7) MHP’den olduğu kadar, AKP ve CHP’den de bir kısım seçmene hitap edebildiği görülen İP’nin başarısız olduğunu söylemek zor. Yeni kurulmuş bir partinin -çoğu tepki oyu olarak- % 10 oy alması sağ seçmen düzeyindeki arayışın bir göstergesi. Fakat bundan sonrası önemli. Sayın Akşener’in göstereceği performansa bağlı olarak, İP’nin AKP, MHP ve CHP’ye kayarak erime/yok olma ihtimali gözardı edilmemeli.
8) Seçim sonuçları liberal ayağı (bu ayak hukuk devletini, yargı bağımsızlığını, denge ve denetlemeyi ve çoğunluğun dışında kalanların haklarını öne çıkarır) pek zayıf, patriyarkal ve otoriter yönelimleri çok güçlü kusurlu –isteyenler illiberal de diyebilir- demokrasimizin seçmeni AKP’den vazgeçmeye itecek kadar rahatsız etmediğini gösteriyor. Türk seçmeni demokrasinin ilk ve önemli şartı olan seçme hakkına -ya da sandığa- sahip çıkmakta çok cevval. Aynı hassasiyetin iktidar tarafından “muhalif” olarak tanımlananların haklarına gösterildiğini söylemek kolay değil. Vatandaşlarımızın çoğunun farklılıklara tolerans düzeyi düşük, kendisine ya da aidiyet hissettiği küçük grubuna dokunulmadıkça insan hakları ve hukuk devleti kavramlarını öne çıkarmayan, partizanlık ve ayrımcılıktan büyük bir rahatsızlık hissetmeyen bir kitle olduğunu söylemek de abartılı olmaz. Zaten seçimler sadece hak ve özgürlükler konusu etrafında dönmüyor.
9) Daha fazla liberalleşme konusunda seçmen baskısı hissetmediği gibi; MHP’ye de muhtaç olan AKP’nin muhafazakar demokrat kuruluş ayarlarına dönebilmesi düşük bir ihtimal. Tarihte pek az siyasi iktidar, orta ve uzun vadeyi düşünürek kendi gücünü ölçülü ve sınırlı kullanmaya gayret göstermiştir. Diğerleri ancak başka çare kalmadığını düşündüklerinde güçlerinin -hukuk ile- sınırlanmasını kabul etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Türkiye, maalesef, liberal ayağı pek zayıf kusurlu demokrasiyle devam edecek gibi görünüyor. Dahası, daha kötüye gidiş de mümkün. Liberal değerlerin bütün dünyada gerilemesi de işimizi zorlaştırıyor. Özellikle de AKP, ucuz yabancı para devrinin bitmiş gibi göründüğü bir konjonktürde hamasi milliyetçilik ve devletçi uygulamalarla ekonomiyi idare edebileceğini düşünüp bu konuda ısrar ederse, önce ekonomik daha sonra da siyasi krize girmemiz kaçınılmaz olur ve meşruiyet tazeleme aracı olarak bir başka erken seçim gündeme gelebilir.
10) Var olan (çok) kusurlu demokrasinin generallerin son sözü söylediği vesayetçi rejime nazaran tercih edilmesi gerektiği açık. Bazı çevrelerin hiç bitmeyen demokrasi dışı arayışlarına karşı direnmek gerekiyor. Seçimle gelen seçimle gider ve son sözü söyler kuralı liberal demokrasinin temel ilkesi. Bu ilke ve uygulamanın yerleşmesi halinde liberalleşme “ihtimali” de hep var olacaktır. Kusurlu (ya da illiberal) demokrasi ancak ve ancak ve sadece “siyaset” sayesinde liberalleşebilir.