Referandum, aslında 12 Eylül değil 27 Mayıs darbesiyle bir hesaplaşma olacak. Çünkü 12 Eylül darbesinin de, anayasasının da anasıdır 27 Mayıs.
Kurduğu rejimin adı da ‘bürokratik vesayet’ rejimidir. Modelin özünde de sözde rekabetçi bir siyasetin gerisinde son sözü sivil-asker yüksek bürokrasinin söylemesine imkân veren bir ‘anayasal düzen’ vardır. ‘Asıl’ kararların alındığı odak, siyasetin denetlendiği ve sınırlarının çizildiği makam bürokrasidir…
İşte 12 Eylül’de oylanacak anayasa değişikliği ‘vesayet rejimi’ne vurulan bir darbe, ilk ciddi darbe. Kampanyada, bürokratik iktidar odakları gibi CHP’nin de bütün gücüyle değişikliğe karşı gelmesi sebepsiz değildir. CHP’nin 12 Eylül’de mağdur olan siyasi partilerden birisi olması hasebiyle 12 Eylül Anayasası’nı savunması tuhaf görülebilir ilk bakışta. Ama başa dönersek bunun nedeni anlaşılır; bu anayasa değişikliği 12 Eylül değil 27 Mayıs anayasasıyla kurulan ‘rejim’i değiştirmeye başlıyor. 12 Eylül Anayasası 27 Mayıs’ın ‘ince’ ayarlı vesayetinin ‘kaba’ bir versiyonundan ibarettir. O ince ayarın 12 Eylül’de yapılamamasının nedeni de 27 Mayıs gibi CHP’li aydınlara dayanmamış olmasıdır.
Meselenin özü, değiştirilmeye başlayan bu vesayet rejiminin mimarının CHP olduğudur. 1961 Anayasası, yani 12 Eylül Anayasası’nın ‘anası’ bir CHP anayasasıdır. Hiç seçim kazanmamış ve sonra da hiç seçim kazanamayacak olan CHP’nin asker-sivil bürokrasi üzerinden hep iktidar kalması için kurulan bir düzendir bu. Yani CHP kendi anayasasını yapmış, yaparken de demokratların Kurucu Meclis’te yer almalarını bile yasaklamışlardır. Bugün dillerinden düşürmedikleri ‘mutabakat’ akıllarına bile gelmemiştir.
CHP Genel Başkanı kimliğiyle İsmet İnönü bu Kurucu Meclis’in başköşesine kurulmuştur. Anayasa heyetinden üyelerine Kurucu Meclis’te yer alanlar, öncesinde ve sonrasında çok büyük ölçüde CHP’de siyaset yapmış kişilerdir. Bu yapıyladır ki 27 Mayıs sonrası seçimleri yine hep Demokrat Parti’nin devamı ‘merkez-sağ’ partiler kazanmakla birlikte devletin iktidarında hep CHP oturmuştur.
Dolayısıyla 12 Eylül’de oylayacağımız, 27 Mayıs’ta CHP’nin kurduğu vesayet rejimidir.CHP’nin bunu durdurmak için yollara dökülmesi hiç şaşırtıcı değildir. Peki, kanları üzerine bu vesayet rejimi kurulan Menderes ve arkadaşlarının partisini bugün ele geçirenlerin yaptıklarına ne demeli?
Onlar, Menderes’in ruhunu şâd eden Süleyman Soylu gibi demokratları partiden ihraç etmekle meşguller. Çünkü onlar Demokrat değiller, hiçbir zaman da olmadılar. 1955’te DP’den ayrılıp sonra da CHP’ye katılan siyasal gelenekten geliyorlar; asıllarına rücû ediyorlar… Bugün Soylu’yu ihraç edenler yarın CHP’ye katılacaklar, bunların da gideceği yer aynı… ’12 Eylül’de Menderes’in de hesabını soruyoruz’; önceki gün Ankara mitinginde Başbakan’ın sözleri bunlar. Bu yerinde tespiti çok önceden gayet iyi anlayan insanlar da var Demokrat gelenekten. Şehir şehir Türkiye’yi dolaşıp ‘evet’ kampanyası yapan Soylu, Bayar’ın torunu Profesör Emine Gürsoy Naskali ve Aydın Menderes gibi sembol isimler… Aydın Menderes’in ‘her evet oyu babamın ruhuna gönderilen bir Fatiha’dır’ sözü her Demokrat ocağı yeniden tutuşturmuştur.
Rahatsız olanlar da var şüphesiz; Demokratlar konuştukça derin bir utanç ve suçluluk duygusuna kapılan Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk gibi isimler… Yıllardır Menderes’in partisinin ve hatta idamının siyasal rantını yiyen bu insanların bugün CHP ve bürokratik vesayet rejiminin yanında saf tutmaları esaslı bir hadisedir.
İnsanlar değişir; fikirlerini, çevrelerini değiştirebilirler. Ama ben Demirel ve adamlarının hiç değişmedikleri kanısındayım. Onlar hep CHP’liydi, gizli CHP’li. Demirel ve Cindoruk, vesayet rejiminin merkez sağ içindeki ‘truva atları’; sadece bugün değil, dün de öyleydi.
Zaman, 31.08.2010