Özel mülkiyet karşıtı tavır ve kültür hemen her aydın çevresinde olduğu gibi Allah’a inanan bazı Müslüman aydınlar arasında da epeyce yaygın ve derin. Şahıslara (bazen şahıs birliklerine: Aile, şirket) ait mülkiyetten söz edildiğinde veya özel mülkiyetin öneminden ve faydalarından bahis açıldığında, bu çevrelerden bazı itirazlar yükseltiliyor. Bunların en önemlilerinden biri, mülklerin Allah’a ait olduğu, başka bir varlığa ait olamayacağı iddiası. Buna dayanarak, hiç kimsenin herhangi bir nesne üzerinde dışlayıcı kullanma hakkı demek olan sahiplik iddiasında bulunamayacağı söyleniyor. Bazıları, buradan hareketle, özel mülklerin özgür mübadelesinin kümülatif sonucu olan serbest piyasa ekonomisine karşı çıkıyor. Bir tür teolojik bir bakış açısından kaynaklanan bu yaklaşım bir sonraki adımda özel mülkiyete dayanan ekonomilerde sömürü, eşitsizlik, adâletsizlik gibi, genellikle sola dayanan veya soldan kayaklanan, faydacı tezlerle destekleniyor.
Bu bakış bize birbirinden tamamen ayrı olmayan, iç içe geçmiş ve özellikle fiiliyatta birbirinden ayrılamayacak iki konu veriyor. İlki, özel mülkiyet ve Allah inancı arasındaki ilişki. İkincisi, nasıl bir ekonomik sistemin Allah inancıyla bağdaşabileceği. Bunlar elbette derin mevzular. Bu tür bir yazıda sadece bazı genel noktalara temasla yetinmek zorundayız.
Allah (Tanrı, yaratıcı, Rab) ile özel mülkiyet arasındaki ilişki sadece Allah’a inananların ilgi alanına girer. İnanmayanlar için şahsî bir önem taşımaz. Ama, buna rağmen, toplumsal hayat açısından, inanan milyonlarca insan olduğu ve inançlar insanlar arası ilişkilere ister istemez yansıdığı için, önemlidir. Bir yaratıcıya inanan birinin yaratılmış her şeyin ilk ve nihai sahibinin yaratıcı olduğuna inanması gayet olağan bir tavır. Toplumda böyle insanların bulunması bir taraftan kaçınılmaz diğer taraftan şart ve yararlı. Ancak, şeylerin nihai planda Allah’a ait olmasıyla özel mülkiyet arasında özel mülkiyetin meşru ve makul biçimde reddine yol açabilecek bir çelişki yok.
Allah’ın sahipliği elbette her şeyden önce ve özellikle bir kozmik anlam taşır. Allah inancı ve fikri her şeyin sahipliği özelliğine malik bir yaratıcıya dayanmazsa zaten yıkılır. Ancak, özel mülkiyet mefhumunun/kurumunun doğmasında ve şekillenmesinde gözümüzü dikmemiz gereken ortam Tanrı/kul ilişkisi değil, kul/kul ilişkisidir. Başka bir şekilde ifade edilirse, özel mülkiyet kurumu bireyin Tanrı ile olan ilişkisi bağlamında değil, bireyin diğer bireylerle ilişkisi bağlamında doğar ve anlam taşır.
X nesnesine A, B, C, D, E… bireylerinden hangisi sahip olacak? Bu sorunun cevabı bizi özel mülkiyete götürür. Hangi birey X’e sahipse, diğer bireyleri X’in en azından doğrudan ve bilinir biçimde kullanımından dışlar. Onlar X ile gönüllü mütekabiliyete (mübadele) veya hayırseverliğe dayanan bir ilişkileri olmadan X’i kullanamazlar. Özel mülkiyet işte budur. Bu yüzden özel mülkiyetle ilgili tartışmaları birey/Allah münasebeti üzerinden yürütmek sadece anlamsız ve gayri meşru değil zararlıdır da.
Özel mülkiyetle ilgili yukarıdaki açıklamalar, özel mülkiyete dayanan serbest piyasa ekonomisinin Allah inancıyla (ve dolayısıyla odağında Tanrı inancının bulunduğu dinlerle) pekâlâ bağdaşabildiğini gösterir. İçeriklerine bağlı olarak tek Tanrılı ve Tanrının evrene kozmik sahipliğine dayanan bir (her) dinin yalnızca piyasa ekonomisiyle bağdaşabileceğini söylemek abartılı olabilir. Özel mülkiyetin bugün bildiğimiz manada ve çapta var olmadığı kolektivist ekonominin küçük çaplı uygulamaları da bu tür dinlerle, bir dereceye kadar, hoş geçinebilir. En azından tarihte bunu sağlamaya yönelik pek çok tecrübe teşebbüsü olmuştur. Bununla beraber, özel mülkiyeti reddeden kolektivist bir geniş çaplı ekonomik sistem denemesinin bir taraftan özgürlüğün genel ve sektörel kayıplarıyla, diğer taraftan açlık, sefalet ve adâletsizliğin yaygınlaşması, derinleşmesi ve kalıcılaşmasıyla sonuçlanması, birçok tarihsel denemenin kanıtladığı üzere, mukadder.
Bütün bu söylenenlere Müslümanlar ve Müslüman toplumları açısından bakarsak, neler söylenebilir? Müphem değil net ve özel mülkiyet ilişkilerini ve piyasa mübadelelerini engelleyici değil teşvik edici şeyler. Kur’an başta olmak üzere tüm teolojik kaynaklarıyla ve Hazreti Peygamber’in en merkezinde yer aldığı uzun ve zengin pratiğiyle, tecrübesiyle, İslam özel mülkiyeti tanıyan, koruyan, mübadeleye izin veren ve ticareti teşvik eden bir dindir. Piyasa ekonomisi de İslam’ın en fazla bağdaşabileceği, kendisine manevi dünyasında en fazla yer verebileceği, ayrıca içinde en geniş özgürlük alanı bulabileceği ekonomik modeldir. Bu yüzden mülkiyet Allah’a aittir görüşünün insanların mülk sahibi olmasına ve mülklerin rızaya bağlı değişimi demek olan piyasa ekonomisine karşıtlığa yol açması gayet temelsiz ve hatalı bir görüştür.