Gezi’den beri herşey o kadar birbirine karışmış ve hızlı ilerliyor ki aslında bu aralıktaki toplumsal olaylara dair çok şeyi kaçırıyoruz. Birebir olayların içinde ve zamana tanıklık ediyor olmamız bunun en büyük nedenlerden biri. Bu durum, soğuk kanlılığımızı ve sağ duyumuzu yitirmemize, duygusal davranmamıza ve dolayısıyla eksik değerlendirmeler yapmamıza neden oluyor. Bu meselenin yalnızca bir tarafı… Diğer taraftan, çok şey kaçırmamızı bekleyen bazı kesimlerin bu yöndeki kasıtlı bilgi kirliliği ve saptırmaları da bu toplumsal olaylara sağlıklı bakmamızı engelliyor. Yani kasıtlı bir propaganda ve manipülasyon, yalnızca gösterilen şekilde ve gösterilen kadar olaylara hakim olmamızı, tepkilerimizi, tavırlarımızı ve kanaatlerimizi buna göre belirlememizi bekliyor. Bunu da özellikle kendince rasyonel olan tepkiyi dayattığı vicdan totaliteryanizmiyle yapıyor.
Aslında Gezi’den beridir vicdanlarımız sürekli totaliter bir baskıya hedef oluyor. Toplumsal olaylara bakış açımız, onlara yönelik tavrımız ve kanaatlerimiz sürekli baskı altında tutulmaya, ezilmeye ya da ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Sesi çok çıkanlar, sesini çok çıkarmak için her türlü yöntemi mübah bulanlar kendi vicdani kanaatlerinin en doğrusu olduğunu iddia ederek diğer vicdani kanaatlerin de buna uygun olması; uygun değilse hedef alınıp ezilmesi, aşağılanması ve ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyor. Dolayısıyla, izledikleri bu yöntemle diğer vicdani kanaatlerin bir şekilde sessiz kalmasına ve geride durmasına çabalıyor. Tüm vicdanları aynı total içinde eritilmesine uğraşıyor. Soma ise bunun son örneği: Eğer Başbakana küfür ederek, hükümeti yerden yere vurarak başsağlığı dilemiyor, üzüntünü siyasi bir dille ve malzemeyle dile getirmiyorsan susmalısın. Susmuyorsanız linç edilmeyi göze almalısınız.
Oysa vicdan ve vicdan özgürlüğü, insan doğasının en önemli motivasyon kaynaklarından biri. Aslında, insanı çıkar gibi rasyonel olmaya ya da yakınlık gibi güdüsel davranmaya iten yönlerinin aksine vicdan, insanı ilkeli kılan ve diğer canlılardan farklılaştıran yegâne kaynak. İnsan yalnızca mutluluk ve güvenlik arayışında olan bir canlıya indirgenemeyecek kadar aynı zamanda ahlâki de bir varlık. İnsanı ahlâki kılan, yani değerler ve ilkelerle donatan unsur ise rasyonalitesinden ziyade vicdanı. Bu nedenle, insanı yalnızca çıkarları ya da güdüleri doğrultusunda hareket eden bir varlık olarak görmek oldukça sorunlu; çünkü insan ‘doğru olanı yapma’ kaygısı olan da bir varlık. Bu motivasyon bizi her zaman rasyonel kılmadığı gibi, başkalarına yanlış görünen şeyler yapmamıza da neden olabilir. Ancak bu vicdani kanaatlerimizi kendiliğinden yanlış kılmaz; bunlar ancak başkaları için yanlıştır ki bu değerlendirme de onların vicdani yargılarına göre yapılmaktadır.
Bu nedenle aslında ‘vicdan özgürlüğü’; yani başkalarından farklı yaşam tarzı, kanaat ve yargılara sahip olabilme özgürlüğü diğer birçok özgürlükle bağlantılı ve onlar için anahtar konumundadır. Daha önemlisi bu özgürlük sizin kendi ilkeleriniz çerçevesinde ahlâki olabilme özgürlüğünüzdür. İnsanlar için iyi hayat arayışı, kişisel çıkarları, yakınlıkları, akılları ve vicdanları ile şekillenir. Bu insan doğasını yaratırken, çıkar, yakınlık, akıl ve vicdanların bireyden bireye değiştiği göz önüne alınırsa, farklılıkların kaçınılmaz olması doğaldır. Farklılıkların kaçınılmaz olması, bir toplumda bir arada yaşamak için hoşgörüyü gerektirir.
Son dönemde sosyal medyanın interaktif ortamı içinde bireylerin kanaat ve yargılarının çoğunluğun tiranlığına ve ciddi bir hoşgörüsüzlüğe maruz kaldığını gözlememek mümkün değil. Klasik medyada da bu böyle. Kişisel olarak bireylerden hoşgörüyü, iyi niyet adına bekleyebiliriz; ancak kimseyi hoşgörülü olmaya zorlayamayız. Ne var ki, bugün sosyal ya da klasik medyada gördüğümüz ölçü toplumun aynaya yansıması gibi. Bunda kullanılan araçların mutlaka etkisi olmakla birlikte, özünde malzeme bu. Dolayısıyla, ‘özgürlüğün kitabını’ yazdığını iddia eden kesimlerde dahi bu malzemeyi bulmak; yani vicdan totaliterliğini görmek mümkün. Bu durum oldukça sorunlu. Hatta analizi genişlettiğinizde, bizdeki otoriter devlet yapısının kaynaklarından biri olarak görülebilir. O halde bu ülkede iddia edildiği gibi diktatörler yetişiyorsa, “hırsızın hiç mi suçu yok”! Hatta şöyle söyleyelim: Bugün diktatör olduğunu iddia ettiklerinizi eleştirmek için yaptığınız vicdan totaliterliği gördüğünüz canavardan daha tehlikleli, baskıcı ve çirkin. Toplumsal sonuçları daha ağır ve riskli. Korkutucu; çünkü “toplumun malzemesi buysa…” diye umutsuzluğa düşürüyor insanı.
Vicdanlarımıza göre yaşamak bizim için önemli; çünkü mutlu bir hayata ve “özgür” bir topluma vesile olabilecek ilke bu. Doğruyu yaptığımıza inanmak (rasyonel görülmese de) geceleri rahat uyumamızı sağlayan şey. İşte son dönemde yürütülen operasyon da bunun üzerinde: Bizi doğruyu yapmadığımıza inandırmak. Vicdanlarımıza oynamak, onu bir totale mahkum etmek… Dolayısıyla siyaseti ve toplumu istenilen doğrultuda dizayn etmek.
Size aklınızı kullanmanızı, siyaset yapmanızı ve onların belirlediği rasyonelliği benimsemenizi salık verenlere dikkat edin. Çünkü onlar bunu söylerken çok farklı şeyler kast ediyorlar ve vicdanlarınızı çalmaya çalışıyorlar. Daha kötüsü, sizi yaptıkları vicdan totatilerliğine maruz bırakıyorlar. Siz vicdanınızı dinlemeye ve sağ duyunuzu korumaya devam edin. Bu ülkede iyi şeylere her türlü çıkardan ve akıldan çok vicdanlı olmak vesile oldu. Öyle görünüyor ki özellikle son günlerde buna daha da çok ihtiyaç var…