Türkiye’de Kurumsallaşma Üzerine Düşünceler

Geçtiğimiz günlerde bağımsız bir milletvekili üstat ile yaptığımız bir sohbette Sayın Vekil önemli bir hususu vurguladı: “Türkiye’nin en büyük problemi kurumsallaşamamasıdır.” Ben de bu tespite katıldığımı belirttim ve ekledim: “Türkiye yeni sisteme geçtiğinden beri önemli bir sistemsel sancı çekmektedir. Bu geçiş sürecinde eksikleri hissediyoruz.”

Ardından bu yazıyı kaleme almaya ve Türkiye’de kurumsallaşmaya dair düşüncelerimi, anayasa değişikliğinin de gündemde olduğu bugünlerde aktarmaya karar verdim.

Kurum, Nişanyan Sözlüğe göre “cemiyet, teşekkül” anlamlarına gelmektedir. Kurumsallaşma ise Britannica’da Hans Keman’ın yazdığı başlıkta “insan etkileşimlerini etkileyen kuralları ve prosedürleri geliştirme veya dönüştürme süreci” olarak tanımlanmaktadır.

Kurumsallaşma deyince akıllara muhakkak ve ilk olarak Weber gelmektedir. Weber’in Bürokrasi ve Otorite adlı eserinde siyasi kurumsallaşma ayrıntılı bir biçimde işlenmiştir. Weber’e göre kurumsallaşmanın en gelişmiş biçimi rasyonelliğin, sürekliliğin, öngörülebilirliğin, uzmanlaşmanın, meşruiyetin tezahürü olan bürokrasidir.

Bu noktada belirtmeliyim, bu yazıda kurumsallaşmayı rasyonel temellendirmelere dayalı normlar ile prosedürler geliştirme, kuralları ortaya koyma ve süreçleri bu prosedürler, kurallar çerçevesinde, sürdürülebilir olarak inşa etme anlamı ile kullanacağız. Bu aynı zamanda sürekliliği, öngörülebilirliği, refahı, işlevselliği beraberinde getirir ve sistem kişilerden bağımsız olarak işleyebildiği için daha uzun ömürlüdür. İşte gerçek başarı bu sistemi inşa edebilmekten geçmektedir.

Bunlarla beraber, dünyada kendi döneminde süper güç olan İmparatorluğumuzun değişen dünya sistemine uygun yeni bir model üretememesi neticesinde çekilen sancı bizleri yeni bir devleti, Cumhuriyetimizi inşa etmeye itmiştir. Bu yeni devletimizin; Cumhuriyetimizin lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tanzimat’tan beri süregelen yeni bir sistem yahut yeni model inşasını hızlandırarak kurumsallaşmayı “yeniden” sağlamak istemiştir. Yeniden diyorum çünkü burada şunu ifade etmekte fayda vardır; Heper’in de ifade ettiği Osmanlı İmparatorluğu kendine has bir kurumsallaşma inşa edebilmişti ancak bu modern bir sistem değildi. Kurallar vardı, ancak padişah değiştiğinde kurallar da değişebilirdi. Yine de belli dönemlerde, diğer kıyas edilebilecek pek çok devletten çok daha üstün, kıyas kabul etmeyecek kadar daha medeni, çok daha insancıl bir sistem inşa edilebilmişti. Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği adlı eserinde Osmanlı’daki kurumsallaşmaya ilişkin şu tespiti yapmaktaydı:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kurumsallaşma örüntüsüne baktığımız zaman, mali kaynakları kolayca çevreden merkeze aktarabilen ve başarılı savaşlar yapabilen iyi örgütlenmiş bir yönetim ile karşılaşıyoruz. Bu erken dönem kurumlaşma biçiminin yozlaşmasını takiben Osmanlı, bürokratik ve siyasal kurumlarını iyileştirmeye çalışmıştır. Bu çabalar özellikle 1839-1876 Tanzimat Dönemi’nde yoğunluk kazanmış ve daha sonraki dönemlerde de belirli aralıklar ile devam etmiştir.”
Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, 2006 s.18.

Yine aynı eserde Heper şu ifadeleri kullanmaktadır:

“Osmanlı-Türk devlet felsefesine göre padişah, Tanrı tarafından toplumun çeşitli zümrelerini bir arada tutmak üzere atanmıştır. Hiyerarşide, padişahın hemen altında mutlak yetkilerle donatılmış sadrazam bulunurdu. Merkezin görevi, her bir zümreye, konumunu ve işlevini göz önünde tutup hak ettiğinden ne daha az ne de daha fazla imkân sağlayarak düzeni mevcut hali ile sürdürmekti. Osmanlı’da adalet bu anlamı taşıyordu. Söz konusu devlet felsefesi çerçevesinde, toplumun refahı, kendilerini devletle özdeşleştiren zümrelerin elinde olan kaynakların yeterli olması ile bir tutulmuştu. Osmanlı’nın Klasik Çağı boyunca, söz konusu Osmanlı türü hikmet-i hükümet anlayışı, keyfi idareye yol açabilirdi fakat böyle bir gelişme olmamıştır. Çünkü Osmanlı hikmet-i hükümeti büyük ölçüde Rechtsstaat özellikleri taşımıştır: Osmanlı yönetim sisteminde, padişah dâhil her yönetici kurallara ve geleneklere harfiyen uymak durumunda idi. Hizmetkârları gibi, padişah da haftanın kimi günlerinde özel danışmanları ile birlikte çalışır, belli durumlarda kullanması gerekli belli sözcükler dâhil gerekli töreleri ve gelenekleri titizlikle incelerdi.” a.g.e. s.56.

Tanzimat ile birlikte ise kurumsallaşmanın modern hale getirilmesi ve eksikliklerin giderilmesi amacıyla ve ayrıca süreklilik sağlayabilmek için kurumlar inşa edilmeye başlanmıştır. Nitekim günümüzde dahi varlığını sürdüren bazı kurumlar Tanzimat Dönemi’nde temelleri atılan kurumlardır.

Cumhuriyet döneminde ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde ve onun döneminde belli bir süre kişileri aşkın kurumsallaşma hızlanmışsa da bu durum çok da uzun sürmemiş, bir süre sonra Cumhuriyet’in “kemalist” sınıfı adeta ideolojiye dayalı bir yapı kurgulamıştır. Bu ideolojik eksen Mustafa Kemal’in inşa etmeye çalıştığı Meclis ve Cumhurbaşkanlığı makamında vücut bulan ve kurumsallaşmaya çalışan devlet organizmasına hâkim olarak, Gazi’nin yapmaya çalıştığı ile de çelişerek, sistemi kendi ideolojik sınırları içerisine mahkûm etmiştir. Yine bu ideolojik sınıf, “bürokratik oligarşiyi” inşa etmiş, yargıyı da belli oranda dizayn etmiş, orduyu ise denetim ve gerektiğinde check-balans unsuru olarak kullanarak siyasette de çerçeveleri çizmiş böylece ideolojik, antidemokratik bir devlet sistemi inşa etmişlerdir. Bu hizipçe bir ideal Türkiye tablosu ortaya konmuştur ve bu ideal Türkiye’ye aykırı olan fikirler çeşitli yaftalarla ve demokrasi dışı yöntemlerle sindirilmiştir.

Bu hususta Şerif Mardin tarafından kaleme alınan Türkiye’de Toplum ve Siyaset adlı eserdeki şu ifadeleri hatırlamak önemli olabilir:

“Yüksek bürokratlarımızın samimiyetsizliklerinden yadigâr kalan en tehlikeli unsurlardan biri de hiç şüphesiz ki kendileri tarafından meydana konan ideal Türkiye tablosudur. Bu tablo, aynı propaganda zihniyetinin mahsulü olduğu için realite ile hemen hemen ilgisi olmayan bir tablodur. Bu tablonun zihinlere yerleşmiş olmasından dolayı yeni neslin birçok elemanları objektif müşahedenin ne demek olduğundan ve ne şekilde yapılması gerektiğinden tamamiyle bihaberdirler. Etraflarındaki alemle olan münasebetleri daimi bir kendini aldatma vetiresi haline gelmiştir.” Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, 1990 s.211.

Bu yapının kısmen kırılma noktaları Turgut Özal ile başlamış -hayır Menderes ile değil- ve kısmen AK Parti döneminde devam etmiştir. Demirel ise bu sistem ile gerçeklik arasında köprü kurmaya çalışan, Ecevit bu sistemden nispeten ayrışan, Erbakan ise bu sisteme doğrudan karşı çıktığını ifade eden siyasilerdir. AK Parti ise Demirel-Özal-Erbakan karması bir çizgi ile “kemalist devlet ideolojisi” ile mücadele etmiştir.  Özellikle 2007 muhtırasına gösterilen refleks, Kapatma Davası’nda gösterilen direnç ve halk desteği, 2010 Anayasa değişikliği, 2016 askerî darbe girişimi ve akabinde 2017 Anayasa değişikliği Türkiye’de bu yapının oluşturduğu sisteminin “kısmen” kırıldığı önemli olaylardan bazılarıdır.

Gelgelelim kırılan bu sistemin yerine yenisi henüz inşa edilememiştir. Güvenlik bürokrasisinin gölgesinde geçen yıllar, zamanla etkisini daha da göstermiş bir süre sonra Cumhuriyet tarihimiz boyunca belli aralıklarla tekrar eden ekonomik krizlerden biri daha hissedilmiş, yanı başımızdaki ülkelerde önemli değişikliklerin yaşanması ile de güvenlikçi politikalar ve refleksler terk edilememiş, kısacası bu sıkışmışlık içerisinde bir sistem için asıl olan meseleler konuşulamamıştır.

Bu durum çok geçmeden yeni anayasa ihtiyacına duyulan ihtiyacı ortaya koymuştur. Çünkü devlet sisteminde problemler ve aksaklıklar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlarla ilgili olarak öncelikle bürokrasi noktasında birkaç gözlemime ve öneriye yer vermek istiyorum:

Bürokrasimize Yönelik Gözlemler ve Öneriler

  1. Kurumlar içerisindeki kurum dışı siyasi atamalar, kurumlarda bir moral bozukluğu ve umutsuzluk yaşatmaktadır. Bununla alâkalı olarak söylenebilecek olan şey bellidir: Siyasi atamalar son bulmalı, müsteşarlık kurumu geri getirilmeli, kurum içi silsile istisnalar dışında bozulmamalı, “liyakat” atamalardaki temel ilke olmalıdır.

Genel müdürlük, daire başkanlığı gibi makamlar için şartlar yeniden kurgulanmalı, “kurumda belli bir süre çalışma şartı” kuralı getirilmelidir.

Kurumlara alımlarda ve kurumlardaki atamalarda “liyakat” temel prensip olmalı, yönetici kadrolarda çalışkanlığın, akademik başarının, disiplinin, kamu malı-kamu hakkı gözetmenin yanı sıra “iyi yönetici” olabilme vasıfları da gözetilmelidir.

Yine atanan memurların, uzmanların, mühendislerin, yargı mensuplarının verimini artırmak için  en azından ilk olarak hizmetiçi eğitim, gerçekten önemsenebilir ve tasarruflu bir biçimde sağlanabilir.

Diğer bir husus ise ücretler arasındaki farklardır. Vasıflı eleman ile vasıfsız eleman arasında ücret dengesi bozulmuştur. Kariyer mesleklerde ücret iyileştirmeleri önemlidir.

Yapay zekâ yardımı ile çalışanların performans ölçümleri rasyonelleştirilebilir (kaç imza atıldı, kaç iş başarılı şekilde azaltıldı vb. ölçümler)  ve bu performanslar neticesinde ücret değerlendirmeleri yapılabilir.

İşlerin daha az olduğu kurumlarda gerekirse “part time/ yarı zamanlı” memuriyet düşünülmeli, ücretler de buna göre belirlenmelidir.

Mülki idare amirlerinde ve yargıçlarda yaş hususu da dikkate alınmalıdır. Yargıçlar için kürsüye çıkma yaşı 28-30 civarı olmalı, mülki idare amirlerinin ise refiklik süresi uzatılmalı, göreve çıkma yaşları en az 32 olmalıdır. Belki mülki idare amirliği için öncesinde “birkaç yıl uzman yardımcısı olarak çalışmış olma” şartı  da mevzuata eklenebilir.

2. Devlette işler az adamla daha iyi yürür. Devlet denilen büyük yapının ekmek kapısı olduğu toplumlar borç döngüsü içinde yaşar. Sadık Rıfat Paşa’nın Tanzimat devrinde dikkat çektiği bu sorun hâlâ asli sorunlarımızdan biridir. Bu beraberinde 1 ve 2. maddede yazdığım sorunları ortaya çıkarmaktadır. Öyleyse memur alımları bir süre durdurulmalı, memur enflasyonunun önüne geçilmelidir.

3. İmza yetkileri mevzuatta düzenlenerek dağıtılmalı, her kurum içerisinde yavaşlatma-dengeleme-gerektiğinde fren mekanizması oluşturulmalıdır. Yetkiler iyi dağıtılmalı, her kurum içerisinde yavaşlatma-dengeleme-gerektiğinde fren mekanizması oluşturulmalıdır.

Yavaşlık kötü değildir, bürokratik işlemler de kötü değildir. Aksine gerek ABD, gerek Almanya, gerek İngiltere “yavaş işleyen” bürokrasi ile gündeme gelen ülkelerdir. Yavaşlık hatayı azaltır. Devlet işlerinde hata büyük maliyetler doğurur ve bu hata amme malına zarar verir.

4. Mevzuatımız eskimiştir.  Örneğin 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Kanun 1953 yılında kabul edilmiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 1965 yılında, TBMM İçtüzüğü 1973 yılında, değiştirilmesi planlanan 2004 sayılı İcra İflas Kanunu 1932 yılında kabul edilmiştir.

Bunun gibi onlarca kanun, dağınık, karmaşık, çağın gereklerine de uygun olmayan şekildedir. Elbette mevzuatın sıkça değişmesi doğru değildir ancak değişen dünyanın ihtiyaçlarına göre yenilenmeler “eskiden kopmadan” yapılmalı ve mevzuatın dağınıklığı toparlanmalıdır.

Her şeyden evvel TBMM İçtüzüğü baştan sona reform yapılması gereken temel başlıklardan biridir. Eğer güçlü bir parlamento istiyorsak, parlamentoyu işlevselleştirmenin ve verimli hale getirmenin yollarını bulmamız gerekir.

Mevzuatta reformu, geniş bir yelpazedeki hukukçulardan oluşan ihdas edilecek bir kurul çalışmalı ve ele almalıdır ancak bu kurul liyakat esaslı olmazsa iyi bir sonuç elde edemeyebiliriz.

Hukukun üstün olmadığı, adaletin sağlanmadığı toplumlarda ne ekonomi ne bilimsel gelişmeler ne kültürel gelişmeler ne de refah sağlanamaz.

Burada konusu geçmişken belirtmemde fayda vardır: Mevzuat yenilenirken dili yenilemek her zaman sanıldığı gibi olumlu sonuçlar doğurmayabilir. Bazı terimler vardır ki (örneğin şufa gibi) bu terimi güncellediğinizde geçmişteki birikimle kopuşa yol açabilirsiniz. Buna dikkat etmek gerekir.

Bürokrasimizde daha pek çok sorun olduğu aşikârdır. Ancak burada bu konuya bir ara verelim ve devam edelim:

Teknolojik Devrimler ve Gelecek

Tüm bunların yanı sıra Türkiye, bu kırılma aşamasında bir hususu daha göz önünde bulundurmalıdır ki o da içinde bulunduğumuz dönemde yaşanan “teknolojik devrimdir.” Blokzincir ve WEB 3.0 teknolojileri ile pek çok yenilik dünyada tartışılıyorken bir yandan da yapay zekâda yaşanan ilerlemeler dünyayı çok da uzak olmayan bir gelecekte bambaşka bir çehreye büründürecektir.

Bugün geldiğimiz noktada dahi yapay zekâ 10 kişinin çalıştığı ve tecrübe gerektirmeyen vasat beyaz yakalı işlerini 2 kişinin yapabilmesine olanak sağlamıştır. Kaldı ki görüştüğüm pek çok üst düzey yazılımcı “şu anda veri toplanıyor daha ilerisi de mümkün” demekte, geleceğe ilişkin çalışmalar yürütmektedir.

Bu teknolojiye direnmek yerine derhal insanları bilgilendirmeyi gündeme almak, veri güvenliğini daha sıkı bir çerçevede ele almak ve yapay zekayı iyi kullanabilmeyi öğrenmek zorundayız.

Öte yandan yapay zekâ demek, teknolojik devrim enerji ihtiyacını, nadir element ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. Bunlar halihazırda hissedilir şekilde artan su krizini, çevre felaketlerini, iklim değişikliklerini beraberinde getirmektedir. Öyleyse çevre hukukunu gözeten, su krizini gündeme alan, ormanları hakkıyla koruyan, temiz gıdaya, temiz tarıma önem veren bir sistem kurmak zorundayız.

Tüm bu değindiğim konular yakın zamanda ana gündem konularımız olacak ve devlet sisteminde de değişimi ve dönüşümü kaçınılmaz kılacaktır.

Artık tehditler değişecektir. Ekonomik öncelikler değişecektir. Çalışma şart ve stilleri değişecektir.

Sosyolojik değişimler şiddetli ve hissedilir şekilde etkin olacaktır.

Küreselleşme artacak, yeni ve çok daha büyük teknoloji şirketleri ortaya çıkacaktır.

Tekno-oligarkların yanı sıra teknolojinin “hızlıca” zenginleştireceği bir zümreyi tahmin etmek de güç değildir. Bir yandan “miras yoluyla devredilen zenginlik” (inheritokrasi) korkunç boyutlara ulaşmışken bir yandan da teknolojinin belki de kolay yoldan zenginleştirdiği bir zümrenin varlığıyla yüzleşmek zorunda kalacağız.

Yazının konusundan sapmamak adına bu kısmı uzun uzadıya ele almayacağım. Ancak halihazırda dönüşen Türkiye’nin önünde dikkate alması gereken bir diğer konu da hiç şüphesiz yapay zekâ ve teknolojilerinin getireceği yenilikler, çevresel konulardaki riskler ve bu alanlardaki regülasyon eksikleridir. Halen kripto varlıkları “ödeme aracı” olarak görmediğimizi, siber suçlar, kişisel veriler vb. yeni alanlarda kurumsallaşmada zayıf kaldığımızı, çevreci bir anayasal bakış açısına sahip olmadığımızı ifade etmem gerekir.

Tüm bunları dikkate almadan, tartışmadan bir sistem kurgularsak yakın bir gelecekte yeniden sistem tartışmasına girmek durumunda kalırız. Bu nedenle ilkesel bir çerçeve çizip değişimi takip etmek ve değişime açık kapı bırakmak önemlidir.

Bu hususta atılabilecek bir diğer adım da tıpkı Finlandiya’nın yaptığı gibi TBMM bünyesinde bir fütüroloji komisyonu kurulup 7 yıllık periyotlarla 15 yıllık gelecek projeksiyonları çalışması yapılabilir ve bu çalışmalar raporlaştırılabilir.

Yeni Anayasa Üzerine

Gelgelelim, kurumsallaşmanın belki de en önemli adımı Anayasa’dır ve Türkiye yeniden anayasa değişikliğini gündemine taşımıştır. Bu hususa dair önerilerimi “Yeni ama Nasıl Bir Anayasa” başlıklı yazımda daha evvel dile getirmiştim (https://hurfikirler.com/yeni-ama-nasil-bir-anayasa/)

Önceki anayasa yazımda sistemsel tartışmalara girmemiştim. Bu yazımda ise yalnızca zihnimizde bir pencere açabilmek maksadıyla iki hususu dile getireceğim ve deyim yerindeyse “yazılı düşüneceğim”:

Türkiye gibi farklı yaşam tarzına, farklı bakış açılarına, farklı dünya görüşlerine sahip insanların yaşadığı bir coğrafyada temel değerleri ve merkezleri korumak önemlidir ancak bunu yaparken çok sesliliğe ve çoğulculuğa, özgürlüklere önem verilmelidir. Bunun da en kestirme, işlevsel ve kurumsal yolu Cumhurbaşkanlığı makamı ile TBMM ağırlıklı bir merkez kurgulamak olmalıdır.  Bunu sağlamak için öncelikle eğer sistem değişikliğine gidilmeyecekse Anayasa’nın 104. maddesindeki Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini düzenleyen kısım daraltılmalıdır. İlgili kısım şu şekildedir:

“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.

Cumhurbaşkanı, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir.

Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.”

Gelinen noktada CB kararnameleri ile kurum dahi ihdas edilmeye çalışılmış ve AYM ile iptal edilmiştir. Bunun gibi pek çok örnek söz konusudur. Bu nedenle CB kararnamelerinin kapsamı çok daha dar bir çerçeveye indirgenmelidir.

Bunlara ilaveten CB’nin Yargıtay üye seçimi, AYM üye seçimi, Danıştay üye seçimi gibi yargı kurumlarındaki atama oranı fazlasıyla yüksektir. Bu tür görevler için TBMM’nin daha fazla seçim yapması daha demokratik olur.

Ayrıca yeni anayasada TBMM’nin denetleyici rolünü güçlendirmek de gerekir.

Burada bir öneriden ziyade bir tartışma zemini açma amacıyla şu hususa da değineceğim: Etkin ve karar alıcı Cumhurbaşkanlığı makamı ile TBMM arasında bir köprü vazifesi görebilen ve yetkileri net bir biçimde belirlenmek kaydıyla Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen Meclis üyesi bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı kurgusunu da belki bu anayasa değişikliğinde tartışmalıyız. Milletvekilleri arasından seçilen ve görevini sürdüren bir CB Yardımcısı için anayasal değişiklik şarttır. Açıkçası bu kurguyu yaparken düşündüğüm husus CB makamını iç politikadaki gündelik, geçici tartışmalardan nispeten uzak tutmak, daha “devlet” meselelerine odaklanan etkin, yürütmenin başı, gerektiğinde dengeleyici bir CB makamı kurgusu oluşturabilmekti. Ayrıca TBMM ile Cumhurbaşkanlığı arasındaki iletişimi ve TBMM’yi de güçlendirmek önemli olacaktır. Yazılı olarak düşündüğüm, artısı eksisi tartışılabilecek bir öneri olarak buraya not düşüyorum.

Sonsöz Niyetine

Bu yazıda, kurumsallaşma kavramını açıklayıp Türk Devlet sisteminin kodlarına ve modernleşmemize bu çerçeveden kısa bir bakış atmaya çalıştım. Yine bürokrasideki, mevzuatımızdaki temel problemlere özet bir biçimde değindim ve bazı önerilerde bulunmaya çalıştım.

Yakın bir gelecekte önemli bir devrime yol açacağı artık iyice dillendirilen “teknolojik devrimi” de bu günlerde dikkate almamız gerektiğini ifade ettim ve o konuya da değindim.

Son olarak kurumsallaşmamızı güçlendirmek, yeni sistemin aksaklıklarını giderebilmek için yeni anayasa tartışmalarına değindim. Yeni anayasa çalışmalarına ilişkin fikirlerimi daha evvel yazdığım bir yazıda 6 maddede toplamıştım. Bu yazıda ise tekrara düşmemek amacıyla o konulara değinmedim, bu önerilere ek bazı önerilerde bulundum. Ayrıca olası bir sistemsel değişikliğe yönelik, milletvekili olan ve yetkileri net bir biçimde belirlenmiş iç politikada daha aktif bir Cumhurbaşkanı Yardımcılığı makamını “yazılı” olarak düşündüm.

Az evvel ifade ettiğim gibi Türkiye gibi farklı dünya görüşlerini bir arada bulunduran bir ülke için gücü dağıtabilmek, dengeleyen, yavaşlatan, gerektiğinde durdurabilen mekanizmalar kurmak hayatidir. Türkiye, sistemini rasyonel şekilde temellendirilen kurallar ve kurumlar üzerine kurgulamak zorundadır.

NATO’nun en büyük 2. ordusuna sahip, uluslararası ticaretin ve geçişlerin önemli noktasında bulunan, ağır sanayi atılımları ile son derece önemli gelişmeler katetmiş, etki alanı sınırlarının çok daha ötesinde, imparatorluk varisi, güçlü bir devlet geleneğine sahip, dünyanın vicdan ve iyilik medeniyeti olmaya aday bir devlet olan Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirebilmesi ancak tüm bu atılımlarını daha da güçlendirerek, sistemsel hale getirerek, kurumsallaştırarak mümkün olabilir.

Büyük, güçlü, müreffeh bir Türkiye hayalini kurumsallaşarak, sistemli olarak, iyi, adil, bağımsız bir hukuk sistemi kurgulayarak, tarım sektöründe devrim niteliğinde adımlar atarak, dilimizi koruyup geliştirerek gerçekleştirebiliriz. Öyleyse Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eserde geçen şu ifadelerle yazıyı sonlandıralım:

“Güçlü Düşünce, Yüksek İşler, Yüce Girişimler, Sağlıklı Hayvancılık, En İyi Tarım, Kaliteli Kumaş, Temiz Vicdan, Yeni Fikirler, Mekanik Başarı, Müreffeh Millet!”

Av. Haldun Barış

Ayrıca Bakınız:

Av. Haldun Barış, “Yeni Ama Nasıl Bir Anayasa?”, Hür Fikirler

Av. Haldun Barış, “Büyük, Güçlü, Müreffeh Bir Türkiye İçin İvedilikle Atılması Gereken Üç Adım”, RostraStrateji

“Teknolojik Devrim, Davos 2025 ve Bazı Öneriler”, Hür Fikirler

KAYNAKLAR

Refik AYDEMIR, “Kurumsallaşma, Kurum Tarihi ve Nafiâ Nezaretinin Kurumsallaşma Süreci” Tarih ve Gelecek Dergisi, 11/2 (Haziran 2025), s. (207-239), https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/4742032

Dr. Burcu AYDIN, “Hukuk, Kurumsallaşma ve Kalkınma Denklemi”, TEPAV Blog,  https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/7559

Cenay BABAOĞLU, “Türkiye’de Dijital Devlet ve Kurumsal Akslar”, SETA Yorum, 5 Nisan 2025. https://www.setav.org/turkiyede-dijital-devlet-ve-kurumsal-akslar

Prof. Dr. Bakır ÇAĞLAR, “Avrupa Yeni Mekânında Kurumsallaşma: Hukuk ve Demokrasi”, Anayasa Yargısı Araştırmaları Merkezi Makaleler, https://ayam.anayasa.gov.tr/media/6397/bcaglar.pdf

Dr. M. Serdar EBAŞ, “Kamu Kurumlarının Kurumsallaşması ve Markalaşması”, Ombudsman Akademik, Yıl: 8, Sayı: 16, Ocak-Haziran 2022, ss. 215 – 256. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2306393

Metin HEPER, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğu Batı Yayınları, 2006.

Şükrü Mutlu KARAKOÇ, “Siyasette Reform Arayışları: Devlet ve Siyaset Üzerine Kurumsal Tasarımlar”, Dünya Siyaseti, 5.01.2021. https://dunyasiyaseti.com/icerik/siyasette-reform-arayislari-devlet-ve-siyaset-uzerine-kurumsal-tasarimlar.html

Vedat KOÇAL, ‘Çevre’den ‘Merkez’e Yönelim Bağlamında Türkiye’de Muhafazakârlığın Dönüşümü: Siyasal İslâmcılıktan Muhafazakâr Demokratlığa AK Parti Örneği, Bilgi (24), 2012 Yaz / Summer: 8 1 – 1 1 1.

Prof. Esfender KORKMAZ, “Türkiye’nin Kalkınmasında Kurumsal Devletin Önemi”, esfenderkorkmaz.com, 15 Temmuz 2023. https://www.esfenderkorkmaz.com/turkiyenin-kalkinmasinda-kurumsal-devletin-onemi/

Şerif MARDİN, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, 1990.

Ozan ÖRMECİ, Prof. Dr. Metin Heper’den Türkiye’nin Siyasal Hayatı, https://politikaakademisi.org/2017/08/13/prof-dr-metin-heperden-turkiyenin-siyasal-hayati/

Serap TEPE, “Türkiye’de Hukuk Sosyolojisinin Kurumsallaşma Sürecinde Bir Dönüm Noktası Olarak 1933 Üniversite Reformu”, Sosyologca, 2023, Sayı 26, Sayfa 119-128. https://sosyologca.org/files/sosyologca/7076ab67-512d-4f32-9ec9-50ee3e5fc974.pdf

Doç. Dr. Murat YANIK, Demokratik Hukuk Devletlerinde Yargının Kurumsallaşması, TAAD, Yıl:4, Sayı:14 (Temmuz 2013), https://yayin.taa.gov.tr/indir?q=0927b332-f990-4542-9604-a292f28168bd-3-demokatik-hukuk-devletlerinde-yarginin-kurumsallasmasi-murat-yanik.pdf

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et