Türkiye’de garip bir dönemden geçiyoruz. Herkes konuşuyor, herkes şikâyet ediyor, herkes kendince “haklı”. Ama ortada tuhaf bir eksiklik var: Sorumlu yok. Hatalar var ama sahiplenen yok. Yanlışlar var ama ödeyen yok. Herkes mağdur, herkes mazlum; kimse fail değil. Bu bir siyasî tartışma meselesi değil. Bu, bir zihniyet çöküşüdür. Bugün trafikte kural ihlâli yapan da haklı. Vergisini eksik ödeyen de haklı. İşini savsaklayan da haklı. Yanlış karar alan yönetici de haklı. Sessiz kalan da haklı. Bağıran da haklı. Ama sonuç ortada: Güvensizlik, yozlaşma, tükenmişlik ve derin bir toplumsal yorgunluk. Çünkü bu toplum yavaş yavaş “sorumluluk ahlâkını” kaybetti. Eskiden ayıp diye bir kavram vardı. Yanlış yapınca utanılırdı. Hata yapan özür dilerdi. Bir işi üstlenen, sonucuna da katlanırdı. Şimdi ise hata, başkasına yükleniyor; sorumluluk, aşağıya doğru itiliyor; bedel ise hep topluma kesiliyor.
Bir bina çöker: Müteahhit haklı, denetçi haklı, belediye haklı, mevzuat haklı… Ama ölenler haksız.
Ekonomi bozulur: Esnaf haklı, işçi haklı, memur haklı, işveren haklı… Ama sistem hatalı değil.
Eğitim çöker: Öğretmen haklı, öğrenci haklı, veli haklı, müfredat haklı… Ama ortada nitelikli insan yok.
Herkes haklıysa, bu ülke neden ilerleyemiyor?
Çünkü haklı olmak, sorumlu olmakla karıştırılıyor. Oysa haklılık bir savunma refleksidir; sorumluluk ise bir medeniyet ölçüsüdür. Gelişmiş toplumlar “kim haklı?” diye değil, “kim sorumlu?” diye sorar. Biz ise sorumluluktan kaçmayı akıllılık, suçu paylaşmayı adalet sanıyoruz. En tehlikelisi de şu: Bu alışkanlık sıradanlaştı. İnsanlar artık hesap vermemeyi normal görüyor. Yanlış yapan değil, yanlışı dile getiren rahatsız edici bulunuyor. Doğruyu söyleyen “problemli”, susan “uyumlu” sayılıyor. Toplumlar böyle çürür. Bir ülke sadece adaletle değil, hesap verebilirlikle ayakta kalır. Sadece kurallarla değil, kurallara uymayı içselleştirmiş insanlarla güçlenir. Sloganlarla değil, bedel ödemeyi göze alan bireylerle ilerler. Türkiye’nin kaybettiği şey ne özgüven, ne kaynak, ne potansiyel…
Türkiye’nin kaybettiği şey “Benim de payım var” diyebilme erdemidir. Bu geri gelmeden ne ekonomi düzelir, ne siyaset temizlenir, ne kurumlar güçlenir. Çünkü herkesin haklı olduğu bir ülkede, bedeli hep ülke öder.

