“Takım tutar gibi” deyimi, siyasette ve fikir hayatında sorgusuz sualsiz sevgi, destek ve bağlılık anlamında kullanılır.
İnsanlardan bağlandıkları partileri ya da fikirleri “takım tutar” gibi tutmamaları, hep eleştirel bakmayı sürdürebilmeleri istenir; böylesinin doğru olduğu söylenir.
Şimdi galiba ilk defa, takımlarına koşulsuz bir sevgiyle bağlı on milyonlarca taraftara şu son Fenerbahçe Operasyonu’na “takım tutar gibi” bakmamalarını tavsiye edeceğiz.
Çünkü pusuda, Türkiye’nin giriştiği ikinci büyük temizlik harekâtını, onların takım sevgisini kalkan yaparak kesmeye çalışan güçler var.
Daha şimdiden konuşulanlara bakın: Neden şimdi başlatıldı? Amaç ne? Ne kadar siyasi? Tıpkı Ergenekon’un başlangıcında olduğu gibi, yine ortaya çıkan mide bulandırıcı ilişkilere bakılacağına; kimin neden düğmeye bastığı merak ediliyor. Kimileri, AK Parti hükümetinin orduyu dize getirip iktidar alanını genişlettikten sonra, şimdi yeni bir hamle ile kulüplerin iktidarını sarsıp o alanda da tam hâkimiyet kurma peşinde olduğunu söylemeye başladılar bile. Yani bu operasyonu da dönüp dolaştırıp AK Parti’nin “tam hâkimiyet tutkusu”na eklemlendirme hevesindeler. Böylelikle malum AK Parti karşıtlığını kullanarak operasyonları durdurma ya da yarım bırakma umudu taşıyorlar.
İşte bu noktada taraftarların “takım tutar gibi” davranmamaları; isterse kendi takımları da içinde olsun, yeşil sahaların arka planındaki “derin futbol”un deşifre olmasını ve temizlenmesini talep etmeleri gerekiyor.
Aslında bu operasyona tamamen farklı bir açıdan bakılıp tamamen farklı sonuçlar da çıkarılabilir.
AK Parti muhalifleri yıllardır bu partinin derdinin genel olarak antidemokratik yapılanmaları yıkmak olmayıp orduyu yıpratmak olduğunu; yani bir bakıma “orduya taktığını” söyleyip durmuyor muydu? Şimdi bambaşka bir alanda, bambaşka bir derin yapılanmanın üzerine gidiliyorsa, üstelik bu ikinci temizlik harekâtı da Başbakan’ın da gönülden bağlı olduğu kulüp üzerinden başlatıldıysa; bu tablodan AK Parti hükümetinin “ordu takıntılı” olmayıp her alandaki kirlenmeye karşı olduğu ve tarafsız bir tutumla her türlü suç örgütünün üstüne gitmesi için yargıya cesaret verdiği sonucu çıkmaz mı? Sonuç olarak da bu operasyonun AK Parti’ye yönelik güvensizlikleri biraz daha gidermesi beklenmez mi?
Ama bunun böyle olabilmesinin şartı meseleye “takım tutar gibi” bakmamaktır.
Ben Fenerbahçe yöneticilerinin adlarını bile bilmem. Aziz Yıldırım’ın adını duyarım da sorsanız hangi kulübün başkanı olduğunu şıp diye çıkaramam. Ama futbola bu kadar uzak olan ben bile, üç büyük kulübün “devlet içinde devlet” olduklarını; mafyayla içli dışlılıklarını; iş hayatının kimi kalantorlarının kulüp başkanı olmak için servet dökmelerinin “koyun gelecek yerden tavuk esirgenmez” hesabına dayandığını; milyonların futbol tutkusu üzerine kurulmuş olan bu kirli dünyanın elebaşlarının Türkiye’nin en güçlü adamları olduklarını bilirim. O telefon konuşmaları ortaya çıkmazdan önce de bilirim.
Ben bilirim de taraftarlar bilmez mi? Elbette bilir.
Ne var ki, “kol kırılır yen içinde kalır” mantığının sadece ordu içinde geçerli bir mantık değil. Her kurum, her kuruluş, her cemaat (ya da cemiyet!) “düşmanları” karşısında zayıf düşmemek için kendi pisliğini görmezden gelme, kedi pisliğini saklar gibi saklama geleneğine sahip. Suçlular bu gelenek sayesinde suçsuzları kendilerine kalkan yapabiliyor. Kötüler bu sayede iyileri meydanlara sürüp üstlerine gelen saldırılardan kurtulabiliyor.
Türkiye’nin içine girdiği bu büyük arınma sürecinde bu gelenek de değişmek zorunda. Dün ordu içindeki suç örgütleri deşifre olurken ordu sevgisi içine işlemiş subayların ne kadar acı çektiklerini biliyoruz. Bugün de taraftarlar aynı acıları çekecek.
Ama başka bir yol da yok. Eğer temiz bir Türkiye istiyorsak, sevgilerimizi, sempatilerimizi, aidiyetlerimizi, sadakat duygumuzu bir yana bırakıp her zaman ve her noktada sadece ve sadece açıklıktan ve gerçekten yana olmak zorundayız.
Bugün,
08.07.2011