Suriye’de yeni politika ihtiyacı

Musul Konsolosluğunda görevli 49 kişinin serbest kalmasından sonra, bunun Türkiye’nin Suriye ve İslam Devleti’ne (İD) karşı yürütmekte olduğu politika üzerinde nasıl bir etkide bulunacağına dair iki yorum yapıldı: Kimi yorumcu, rehinelerin kurtulmasının hükümetin üzerindeki uluslararası baskıyı artıracağını belirtti. Buna göre, uluslararası koalisyonu oluşturan güçler, Türkiye’nin İD’e karşı aktif bir pozisyon almamasını, rehineler nedeniyle, “doğru” olmasa da “anlaşılır” buluyorlardı. Ama rehinlerin bir şekilde kurtarılmasından sonra bu durum değişti. Türkiye’nin İD’e tavır takınmamasını “anlaşılır” kılan gerekçe ortadan kalktı. Artık İD’e karşı yürütülen mücadeleye daha etkili bir şekilde katılması için Türkiye’ye daha fazla basınç uygulanacaktı. Kimi yorumcu ise, farklı kanaatteydi. Bunlara göre de, bu gelişme Türkiye’yi köşe sıkıştırmayacaktı. Aksine Türkiye’nin elini güçlendirecekti. Rehinelerin ateş çemberinden çıkmış olması, Türkiye’nin kendi menfaatleri doğrultusunda siyaset yürütmesi için imkânlarını çeşitlendirecekti. Türkiye’nin hareket alanı genişleyecek; hangi tepkiyi, ne zaman ve nerede vereceği konusunda inisiyatif sahibi olacaktı. Aslında, bugün bakıldığında, her iki yorumun da haklılık içerdiği söylenebilir. Bir taraftan, rehinelerin kurtulmasından sonra koalisyon güçlerinin Türkiye’den beklentileri arttı. İD’e yapılacak olan askerî operasyonlarda Türkiye’den daha fazla katkı istediklerini açıkça dillendirdiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde bu yönde talepler Türkiye’ye daha sık ve etkili bir şekilde iletildi. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Türkiye’nin İD’e karşı verilecek mücadelede ön cephede yer alacağını açıkladı. Diğer taraftan ise, rehine baskısından kurtulmak Türkiye’yi rahatlattı. Rehinelere bir kötülük edilmesine sebebiyet vermek için son İD’e karşı son derece ihtiyatlı bir dil kullanan Türkiye, rehinlerin özgürlüğe kavuşmasından sonra dilini değiştirdi. İD’e karşı açık bir pozisyon aldı. Erdoğan; İD’i kanlı bir terör örgütü olarak niteledi, koalisyonun yaptığı operasyonları desteklediğini ve bu operasyonların devam etmesi gerektiğini söyledi, İD’nin Türkiye için büyük bir tehlike teşkil ettiğini belirtti. Erdoğan’a göre, Türkiye’nin İD’e karşı kurulan koalisyonun dışında kalması mümkün değildi, dolayısıyla Türkiye operasyonlara askerî ve siyasi her türlü desteği verebilecekti. Başbakan Davutoğlu da, sorunun çözülmesine yardımcı olacak operasyonlara karşı olmadıklarını, bu tür operasyonlara her türlü katkıyı sunmaya hazır olduklarını açıkladı. Esad’lı geçiş dönemi Ortada yeni bir durum var ve Türkiye de bu yeni duruma göre bir pozisyon almalı. Türkiye bu yeni pozisyonunu belirlerken, Suriye siyasetinde iki noktada değişiklik yapmalı. İlki, Türkiye, Suriye’de olaylar başladığında rejimin kısa bir süre içinde yıkılacağını ve Esad döneminin sona ereceğini düşündü. Bütün siyasi hesap ve yatırımını da buna göre yaptı, “Suriye’de rejim değişikliği”ni temel hedef olarak belirledi. Ancak Esad -hem içerde hem de dışarda- umulandan daha fazla destek buldu ve direnç gösterdi. Dolayısıyla Türkiye’nin de hesabı tutmadı. Bugün bir muhasebe yapılmalı ve olayların başlangıcında belirlenen hedef gözden geçirilmeli. İD’nin gerek Irak’ta ve gerek Suriye’de yarattığı vahşet, Suriye’ye ilişkin senaryoları ve öncelikleri değiştirdi. Artık dünya için ilk gaye Esad’ın gitmesi değil, İD’in durdurulması. Bu da Esad’ın daha bir dönem Suriye’nin başında kalacağını ve bundan sonraki değişiklik sürecinin bir parçası olacağını ima ediyor. Bu itibarla Türkiye’nin, en azından Esad’lı bir geçiş dönemini göz önünde bulundurarak yeni bir siyaset üretmek zorunda. Kürtlerle ittifak İkincisi, Suriye Kürtleri ile ittifak edilmesidir. Türkiye, baştan itibaren Suriye’de muhalefeti oluşturan bütün gruplara açıktan destek sundu. Onları İstanbul’da misafir etti, silah yardımında bulundu. Ama Suriye’deki Kürt gruplarla bu tür bir ilişkiye girmedi. Bununda iki nedeni vardı: Biri, Esad’ın karşısında yer almamasıydı. Diğeri ise, özerklik ilan eden PYD’nin PKK’nin Suriye kolu olmasıydı. Türkiye, bunu bir tehdit olarak gördü ve onlarla bir dayanışma ilişkisine girmedi. Gerçi zaman içinde politikayı değiştirmek için bazı adımlar atıldı; mesela Salih Müslim iki defa Türkiye’ye geldi ama nihayetinde bir sonuç elde edilemedi. Şu anda var olan şartlar bu siyasetin de değişmesini zorunlu kılıyor. Bir hususu açıkça ortaya koymak lazım: Suriye Kürdistanı’ndan Türkiye’ye yönelik bugüne kadar herhangi bir zarar hâsıl olmuş değildir. Türkiye’nin Suriye Kürdistanı ile ilişkilerinin Irak Kürdistanı ile olanlara benzer bir hal alacağını düşünüyorum. Irak Kürdistanı ile ekonomik ve siyasi olarak nasıl bir işbirliği geliştirilmişse, aynısı Suriye Kürdistanı ile yapılabilir. Bu itibarla Türkiye, Kürtleri bir tehdit veya tehlike unsuru değil, tersine bir işbirliği ve dayanışma imkânı olarak görmeli, ona göre bir siyaset izlemeli. Türkiye kendisi için asıl tehlike teşkil eden İD’e karşı açık ve etkin bir siyaset izlemeli, PYD de dâhil olmak üzere bütün Kürt gruplara destek vermelidir. Bu, hem Kürtlerdeki kuşku bulutlarını dağıtır, hem de sürecin ilerlemesini sağlar. Ama hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin siyasetinin bu yöne everilmesi sadece Türkiye’ye de bağlı değildir. PKK/PYD’ye de düşen önemli yükümlülükler var. PKK/PYD, İD’i Türkiye’nin bir ürünü olarak sunmaktan vazgeçmeli. Türkiye ile İD’nin birlikte hareket ettiğini savunmayı bırakmalı. “Trenle İD’e silah verdiler” gibi akıl kabul etmez senaryolara sarılmamalı. İkide bir Türkiye’ye tehditler savurmamalı. Bunların, çatışma çıkmasını dört gözle bekleyenlerin yüreğini soğutmaktan başka, hiç kimseye faydası yok. Herhangi bir iş görmeyen karşılıklı düşmanlaştırıcı ve tehdit edici dil terk edilmeli, onun yerine akl-ı selimi egemen kılınmalı. Herkes için hayırlı olan bu.

Serbestiyet, 01.10.2014

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et