Bugün siyasetin alanını daraltan, siyasete müdahale eden siyaset dışı aktörler yok. Darbe girişimleri ve hukuksuz uygulamaları deşifre edilen, üst düzey mensupları yargılanan ordu artık siyasetin dışında görülüyor.
12 Eylül referandumuyla yeniden yapılanma sürecine giren yargı da siyaseti tanzim etme misyonunu bırakmış durumda. Kısaca ‘Kemalist-askeri vesayet’in kurumları bugün siyaseten etkisizler.
Dolayısıyla ‘siyasal alanın’ düne göre genişlemesi beklenir. Ancak fiili durum pek de öyle değil. İşin ilginci, bunda siyasetin bizzat kendisinin payına düşen ciddi bir sorumluluk var. Yani, bugün siyasetin alanını daraltan ‘siyaset dışı aktörler veya kurumlar’ değil, siyasal alanın yeni aktörlerinin özellikleri.
Bu özelliğin başında ‘tekelci bir siyasal hegemonya’ geliyor; tek bir parti, daha doğrusu onun lideri bütün siyasal alanı ‘domine ediyor’. Diğer bütün siyasal aktörler ‘etkisiz ve önemsiz’ görülüyorlar.
Siyaset sahnesindeki ‘hegemonya’, siyaseti yani dinamik toplumsal tartışma ve müzakere zeminini bastırıyor. Farklı fikir, çıkar ve kimlik taleplerinin sürekli etkileşim içinde yeniden müzakere edildiği bir süreç olarak ‘siyasetin sonu’nu yaşıyoruz sanki.
Egemen siyasal parti, daha doğrusu bunun lideri dışında başka bir ‘aktör’ yok siyaset sahnemizde. Geriye kalanlar (içeride veya dışarıda) siyaseten etkisiz eleman. Ne varlıkları anlamlı ve işlevsel ne de görüş ve tutumları.
Sonuçta ‘siyaset yapmak’ isteyenler ‘hakim parti’ye katılmak zorunda kalıyorlar, çünkü onun dışında bir siyaset alanı görülmüyor. Ancak, ‘yeni veya potansiyel’ siyasal aktörlerin farkında olmadıkları, ‘hakim parti’ içinde de ‘siyaset’in yapılmadığı. Paradoksal gibi görünse de ‘hakim parti’nin içinde kabul gören siyaset yapma tarzı, ‘siyasetsizleştirme’. Geçmişin etkin veya bugünün potansiyel aktörleri parti içindeki siyasetsizlik siyasetiyle kendi başlarına birer ‘aktör’ olmaktan çıkıyorlar. Bugün partide sadece gücü değil ‘temsil kabiliyeti’ olan tek isim ‘lider’. Geriye kalanların ne toplumsal ne de siyasal bir karşılıkları var; dolayısıyla ne de güçleri. Acaba neden ve nasıl? Düşünmeleri gerek bunun üzerinde.
Böyle bir siyasal iklimde Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in ulusal mutabakat girişimi pek makbul karşılanmadı. ‘Muhtıra’ diyen de oldu, ‘usul ve yöntem bakımdan yanlış’ olduğunu söyleyenler de. Çevresinde ‘otonom siyasal aktörler’ görmeye alışkın olmayan iktidar partisi Cemil Çiçek’in girişimini hoş karşılamadı.
İçeriği tartışma götürür. Zaten Çiçek’in kendisi de ‘ister beğenirsiniz ister beğenmezsiniz’ diyor. Ama tartışılabilir, geliştirilebilir, eksiklerine rağmen bir başlangıç noktası olarak bile düşünülebilir. Ama gelen tepkilere baktığımızda ‘içeriğin’ hiçbir önemi yok.
Türkiye siyasetinin oyun kurucuları ‘otonom bir siyasal aktör’ görmek istemiyorlar; herkes kendilerine ‘eklemlensin’, aktörler ve kurumlar hiyerarşik olarak altlarında yer alsın istiyorlar. Dolayısıyla Meclis Başkanı, yani Türkiye’de ‘siyaset kurumu’nu temsil eden bir kişi siyasal partilere ve kamuoyuna bir çağrıda bulunduğunda ‘rol çalmakla’ itham ediliyor.
Hakim parti siyaseti kilitleyip, siyaset üzerinden toplumsal müzakereleri kapatmayı bir siyaset tarzı olarak tercih edebilir. Ama siyasetin doğası bu kilitlenmeyi kabul etmez. Diyelim ki ‘Meclis Başkanı rol kapmaya çalışıyor,’ iktidardan, siyasal partilerden. Peki o zaman neden siz rolünüzü oynamıyorsunuz da kaptırıyorsunuz?
Siyasal projeler, aktörler ve inisiyatifler bakımından müthiş bir fakirleşme içindeyiz. Dünün tüm dinamik toplumsal ve siyasal aktörleri kenara çekildiler. Genç Siviller bile ortalıkta yok.
Acaba artık siyasete lüzum mu yok? Aktörleri, değerleri, projeleri ve aktiviteleriyle siyaset sadece askeri vesayet karşısında gerekmez, onlarla mücadele için icat edilmiş değiller. Dolayısıyla askerler pratikte etkisizleştirildiklerinde de ‘siyaset’ bitmez. Askerî vesayet yok diye toplum siyaseti bırakacak değil; kimse de ‘daha ne istiyorsunuz?’ demesin. Siyasetsiz, yani itirazsız bir toplum henüz icat edilmedi.
Zaman, 31.08.2012