Sivil anayasa arayışları devam ediyor. Taraf gazetesi “Sivil Anayasa Forumu”yla meseleyi gündemde tutmaya çalıştı. Bu arada ülkenin değişik yerlerinde bu konuyu ele alan başka birçok toplantı da yapıldı. Nihayet, hükümetin başlattığı Kürt ve Alevi açılımlarının gerektirdiği anayasa değişikliklerinin de daha genel bir anayasa reformu çerçevesinde birleştirilmesinin uygun olacağı düşüncesi doğdu.
Şimdi iki önemli yeni gelişme var. Farklı ideolojik eğilimlere mensup bir grup aydın Ankara’da yaptığı bir konferansla kamuya sivil anayasa çağrısı yaptı. Bu arada, DTP çevresi de Kürt sorununun çözümüne katkı olmak üzere, Anayasada bazı değişiklikler yapılmasını öneren bir “Çalıştay”la devreye girdi. Hükümet de Kürt sorununun çözümünün kısa vadede değilse de eninde sonunda Anayasada bazı değişiklikler yapılmasını gündeme getireceğinin işaretlerini verdi.
Benim de davetli olduğum halde maalesef katılamadığım Ankara’daki Anayasa Konferansı’nın yayınladığı Sonuç Bildirisinde dile getirilen genel düşünceler “sivil anayasa” girişiminin neden Türkiye için gerçek bir ihtiyaç olduğunu doğru ifade ediyor. Nitekim, önümüzdeki süreci planlamak üzere daha geniş kapsamlı bir toplantı tertipleme vaadinde bulunan çağrıcılar, gayet isabetli olarak, 1982 Anayasası’nın anayasacılığın özüyle bağdaşmayan, otoriter niteliğine dikkat çekiyor ve ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunların özgürlük ve hak temelli gerçek anlamda demokratik bir anayasanın sivil inisiyatifle yapılmasına bağlı olduğunu duyuruyorlar.
Şu var ki, kamusal meselelerle ilgili bu gibi girişimlerin doğru fikirlere ve “iyi niyet”e dayanması onların başarısını garanti etmeye maalesef yetmiyor. Bu konudaki en büyük zorluklardan biri statükonun direnci ise, diğeri bu meselede yaygın bir toplumsal mutabakat üretmenin hiç de kolay olmamasıdır. Onun içindir ki, Konferans Sonuç Bildirisi’nde dile getirilen “farklı kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim, düşünce, inanış ve hayat tarzlarına sahip çeşitli kesimlerin bir araya gelmesinden ve bu çoğulcu yapıdan ‘anayasa’ adını taşımayı hak edecek bir mutabakat belgesini mümkün kılacak bir iradenin çıkması” beklentisi bana aşırı iyimser bir beklenti gibi görünüyor.
Farklı kesimler arasında “mutabakat” üretme arayışında gerçekçi olacaksak, beklenti ve taleplerimizde iddialı olmaktan kaçınmak ve bu konularda daha mütevazi olmak zorundayız. Çünkü, hedefleriniz ne kadar iddialı olursa mutabakata ulaşma şansınız o kadar az olur. Böyle olması istenmiyorsa, tercih edilmesi gereken yol, mutabakatı mümkün olduğunca prosedürel tercihlerle sınırlayıp, pozitif programlarda ve özcü doğrularda birleşme arayışından uzak durmak gerekecektir.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartlarda bu kadarını bile gerçekleştirmek kolay değildir. Çünkü, yaşadığımız gerilim ortamında “sivil ve siyasal özgürlükler”, “hukuk devleti”, “demokrasi”, “farklılıklara hoşgörü” ve “sivil yönetim” gibi medeni bir toplumsal-siyasal yapı için en temel gereklilikleri bile kabul etmeye hazır olmayan toplum kesimleri ve siyasal aktörler vardır. Medyanın bile önemli bir kısmı maalesef bu cenahta yer almaktadır. Yukarıda işaret ettiğim DTP Çalıştayı’nın yaptığı çok-kültürcü ve güçlü bir adem-i merkeziyetçiliği öngören teklifler gündeme geldiğinde bu cenah şüphesiz daha büyük bir direnç gösterecektir.
Bu durum elbette sivil anayasa inisiyatifinden vazgeçmemizi gerektirmiyor, ama anayasa konusunda asgari bir demokratik mutabakat üretme çabasının bile son derece zahmetli geçeceğini, hatta akamete uğrama ihtimalinin bile bulunduğunu unutmamamız gerekiyor.
Star, 17.10.2009