“Kemalizm” için de aynı İfadelere Tutuksuzluk Savunulur mu?
Türkiye’de kamuoyunda tanınan, hele ki muhalif olarak görülen bir isimseniz, ağzınızdan çıkan sert bir cümle çoğu zaman aynı yere bağlanıyor: “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik.”
Üstelik mesele çoğu zaman sadece soruşturmayla sınırlı da kalmıyor. İş doğrudan tutuklu yargılanmaya gidiyor.
Yani henüz ne olduğu bile doğru düzgün tartışılmadan; ya da basit bir şekilde cevap verilebilecekken orantısız ve gereksiz bir “tedbir”e başvuruluyor.
Enver Aysever’in YouTube yayınında sarf ettiği “sağcılık ahlâksızlıktır” sözü nedeniyle tutuklanması, bu zincirin yeni bir halkasıdır. Burada tartışılması gereken Aysever’in ne kadar haklı olduğu değildir. Zira Aysever yalnızca provokatif konuşmuyor; açıkça yanılıyor. Tarihsel ve güncel pratiklere bakıldığında, sol merkezli siyasal deneyimlerin de tartışmasız biçimde ciddi ahlâkî sorunlar ürettiği ortadadır. Ancak bütün bunların ötesinde asıl mesele, devletin bu söze verdiği tepkinin akla, hukuka ve ölçülülük ilkesine uyup uymadığıdır.
Aysever’in cümlesi rahatsız edici, provoke edici ve aslında yeteri kadar genelleyici olduğu da açıktır. Ama rahatsız edici olmak, hatta saçmalamak, bir düşünceyi otomatik olarak suç haline getirmenin ölçütü değildir.
Asıl soru şu: Bu söz gerçekten halkı kin ve düşmanlığa mı sevk etti? Somut bir tahrik var mı? Bu ifadeden sonra kim kime saldırdı, kim şiddete yöneldi, kimin hayatı tehlikeye girdi?
Tam da bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yıllardır altını çizdiği temel ilkeyi hatırlamakta fayda var. İfade özgürlüğü, yalnızca makul, nazik ya da herkesin hoşuna giden sözleri kapsamıyor. Rahatsız eden, sinirlendiren, insanın tüylerini diken diken eden ve belki de şoke eden düşünceler de bu özgürlüğün içinde yer alıyor.
Siyaset dediğiniz alan zaten doğası gereği serttir. Genelleme içerir, kışkırtır, tartışma yaratır. AİHM de tam olarak buna işaret etmektedir. Siyasî tartışmalarda kullanılan dilin sivri olması, tek başına cezalandırma gerekçesi olmamalıdır.
İdeolojiler ve siyasi görüşler, doğuştan gelen ya da değiştirilemez kimlikler değildir. Bu yüzden “sağcılık” dediğiniz şey; solculuk, liberallik ya da milliyetçilik gibi, insanların bilinçli olarak benimsediği bir siyasî tercihtir.
Bu bağlamda Aysever’in hedef aldığı şey bir etnik köken, bir inanç grubu ya da korunması gereken bir topluluk değil; açıkça bir düşünce biçimidir. Ortada ne şiddete çağrı vardır ne linç iması ne de bir grubun dışlanmasına yönelik somut bir yönlendirme. Üstelik Aysever, sözlerinin çarpıtıldığını da açıkça ifade etmiştir. Buna rağmen bu ifadeyi ceza hukukunun konusu hâline getirmek, hukukî bir zorunluluktan çok siyasî bir tercih izlenimi vermektedir. Şayet ortada siyasî bir tercih yoksa o hâlde hukuk mekanizmamızın AİHM içtihatlarına rağmen ifade özgürlüğü konusunda ciddi bir sorunlu alanda durduğu kabul edilmelidir.
Tutuklama meselesi ise işin en kolay ve en sorunlu tarafıdır.
Tutuklama demokratik bir hukuk devletinde istisnadır yani kural değildir. Kaçma şüphesi yoksa, delil karartma ihtimali yoksa, ortada güçlü bir suç şüphesi bulunmuyorsa, tutuklama demokratik hukuk devleti anlayışının kabul edeceği bir mekanizma değildir. Aksi durumda tutuklamanın kendisi fiilî bir cezaya dönüşmektedir.
Tutuklu yargılama konusunda maalesef Türkiye’nin karinesi iyi değildir. Bu hata daha önce defalarca gerçekleşti. Örneğin Ergenekon ve benzeri davalarda insanlar yıllarca tutuklu kaldı; sonra özürler dilendi, tazminatlar ödendi.
Bugün Aysever dosyasında da benzer bir ölçüsüzlük ve hak ihlali söz konusudur. Soruşturma açılması bile tartışmalı olan bir ifade yüzünden bir insanın özgürlüğünden mahrum bırakılması, demokratik hukuk devleti iddiasıyla bağdaşabilecek bir durum değildir.
Bir de işin çifte standart tarafı var.
Türkiye’de siyaset dilinin son derece sert, hatta aşağılayıcı, kışkırtıcı ve bilinçli olarak provoke edici olarak gerçekleştiği açıktır. Yalnız bu tutum sadece muhaliflere özgü de değildir. İktidara yakın isimler de aynı dili ve yöntemi sık sık kullanıyor.
Peki, yargının özellikle tutuklamayı devreye koyan refleksi her zaman aynı hızla gerçekleşiyor mu? Buna verilecek cevap sanırım belli. O zaman ifade özgürlüğünün sınırı, sözü söyleyen kişinin kimliğine göre çizilmektedir. Bunun zorunlu sonucu ise verilen kararların hukukî değil siyasî olduğudur.
Böylesi olaylarda ortaya çıkan bir samimiyetsizlik ve tutarsızlıkla yazıyı bitirelim.
Yazının başlığındaki soruya dönecek olursak;
Bugün Aysever’in “sağcılık ahlâksızlıktır” sözü nedeniyle yapılan tutuklamaya sert tepki gösteren, özgürlük, demokrasi ve hukuk ilkelerini hatırlayan herkesin kendisine şu soruyu dürüstçe sorması gerekir:
“Kemalizm” için de aynı ifadeler denildiğinde aynı ifade özgürlüğü ve hoşgörü refleksi gösterilebiliyor mu? Aynı ifade hürriyetini bu söz için de savunuyor muyuz?
Atatürk bu ülkenin kurucu lideridir; Kemalizm ise Türkiye’nin en güçlü ideolojik miraslarından biridir. Ancak tam da bu nedenle, eleştiriden muaf değil, eleştiriye açık olması gerekmez mi?

