Osman Can – HSYK Tasarısı ve geçiş dönemi

Anayasa değişikliğinin ardından uyum yasaları süreci başlatılmış durumda. İlk uyum yasası olarak yeni HSYK yasa tasarısı Meclis’e sunuldu. Şu sıralarda ise Meclis’te görüşülmeye devam ediyor.

Yeni HSYK yalnızca bir ara çözümdür ve bu kuruma ilişkin uyum yasası üzerinden tüm sistemin değişimini okumak veya okunmasını beklemek çok gerçekçi değil. Ancak yeni HSYK’nın tam da geçiş döneminin beklentilerine uygun hareket edebilmesi gerekiyor. Bu da paradigmanın değişimi konusunda anlam ifade eden Ergenekon, Hrant Dink, 12 Eylül’cülerin yargılanması benzeri davalara ilişkin tutumunda ve yargı içi hiyerarşilerin kırılması ve antidemokratik pozisyonların sona erdirilmesinde kendini gösterebilir. Bu beklenti gerçekçidir ve yeni yapılanmada buna dikkat edilmesi gerekiyor.

Buna karşın HSYK yasa tasarısı bazı ciddi sorunlar barındırıyor.

Tasarıyla demokratik siyasal sorumluluğu çalıştırmanın tek kanalı olan siyasal katılım ciddi bir şekilde zafiyete uğratılıyor. Yüksek Yargı’nın kürsü yargıç ve savcıları üzerindeki hegemonyası kısmen sona erdi. Ancak yeni tasarıyla bürokrasinin kendini siyaset kurumunun yerine ikame etmesi riski var. Bürokratik yapılar daima ve istisnasız bir şekilde kendi uzmanlık bilgilerinden hareketle, siyasetin nasıl yapılması gerektiği konusunda “bilge”lik iddiasını geliştirirler. Hangi görüşe veya yaşam tarzına sahip oldukları bu gerçeği değiştirmez.

Pre-faşist ideolojinin hegemonyası

Yüz yıllık Türkiye gerçeğinin bize sunduğu derslerin yanında Alman yargı bürokrasisinin anti-parlamentarizme saplanmasının nedenlerinin incelenmesi Türkiye açısından da yararlı olabilir. ‘Weimar Demokrasisi’nin en büyük talihsizliği parlamentoyu siyasal sistemin merkezine alırken, demokratikleştirmeyi devletin geri kalan bürokratik aygıtlarına ve kurumlarına doğru derinleştirmemiş olmasıydı. Ne yargıda demokratikleşme gerçekleştirilmiş, ne ordunun parlamenter denetime alınması sağlanmıştı. Hiyerarşik ve merkezi bürokratik bir yapıya sahip Alman yargısı gittikçe artan oranda demokratik pozisyonunu korumaya çalışan parlamentoyla mücadele yolunu seçmişti. Bunun yarattığı yıkım ise biliniyor.

Referandumla birlikte demokratik siyaset kurumu Yüksek Yargı’da kümelenmiş pre-faşist bir ideolojinin hegemonyasını kırdı ve tarihsel bir mevzi kazandı. Anayasa Mahkemesi’nin ideoloji muhafızlığından arındırılmasıyla birlikte demokratikleşmenin engelsiz bir şekilde yürütülebileceği, en azından bürokratik engeller olmaksızın yaşama geçirilebileceği konusunda kamuoyunda genel bir kanı hâkim. Bunun diğer bir ifadesi ise anayasa değişikliğinin siyasal iradesinin bundan sonraki demokratikleşme adımların aksatılmasında sığınabileceği herhangi bir gerekçe kalmamasıdır.

Merkezin tektipleştiren terbiyesi

Yargı içindeki ideolojinin hegemonyası kırıldı. Ancak hem bu ideolojinin hem de diğer başka ideolojilerin inşa edilmesine imkân sağlayan sistem olduğu gibi duruyor. Yeni HSYK tasarısı tam da bu noktalarda ciddi zafiyetler taşıyor.

Her şeyden önce bürokrasiyi merkeze alan yapı devam ediyor. Adalet Bakanlığı bünyesindeki teftiş kurulu, personel ve yetki şemasında esaslı bir değişiklik yapılmadan HSYK’ya bağlanıyor.

Yargıdaki vesayetin tehlikeli bir aracı olan teftiş kurulunun bakanlıktan alınarak Kurul’a devredilmiş olması, bakanın etkisini azaltabilir. Ancak siyaseten sorumlu tutabileceğimiz bir kişiden yetkilerin alınıp siyaseten sorumsuz ve denetimsiz bürokratik kurullara verilmesi özünde bir gerilemeye de işaret edebilir. HSYK’da Parlamento üzerinden çoğulculuğun sağlanamamış olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda sorunu derinleştiren ilk unsuru görebiliriz.

İkinci unsur, teftiş sisteminin merkeziyetçi örgütlenişi ve merkezde yer alan bürokratik kültürün veya ideolojinin yerele taşınmasının ve yereli biçimlendirmesinin aracı olarak kurgulanmış olmasıdır. Yani merkezin kürsü hâkim ve savcılarını terbiye etmesi, tek tipleştirmesi, yeknesak uygulama ve düşünme kalıplarını dayatması sorunu devam ediyor. Bir bakıma kürsü yani gerçek yargılama fonksiyonu adaletin değil, merkezin hamisi olmaya devam edecek. Bu durum teftiş kurulunun yüz yıllık geleneğinin olağan sonuçlarıdır. Tasarı bu geleneğe dokunmadan, kurulu HSYK’ya devrediyor. Daha önce halk kendi duyarlılıklarını iyi-kötü Adalet Bakanı üzerinde yargıya aktarma şansına sahip iken, şimdi aktarılan yalnızca merkezdeki bürokrasinin duyarlılıkları olacak.

Üçüncü unsur ise kürsü yargıçlarını merkezden kontrol etmenin ve ahlaki/ideolojik/kültürel yönden denetlemenin aracı olarak kullanılan “hal kâğıdı” uygulamasına devam edilmesidir.

HSYK’ya ilişkin diğer sorun karmaşık bir bürokrasiye dayandırılması, bu bürokrasinin ise kürsüde başarılı olanlar arasından seçilmek suretiyle oluşturulmasıdır. Kürsüde başarılı olmanın ödülü, geleneksek yargı bürokrasisinde alışageldiğimiz şekilde tetkik hâkimi, yani memur olmak suretiyle ödüllendiriliyor. Kürsüden kaçışı özendiren bu uygulamanın diğer bir sonucu ise, merkeze intikal etmenin ve memuriyet statüsüne geçmenin, adalet dağıtımının üzerinde bir değer olarak kabul edilmesidir.

Öte yandan yargının bürokratik kapalı devre sistemi olarak çalışmasını sağlayan ve onu Avrupa örneklerinden ayıran bir husus da üniversite kürsüsüyle yargı bağdaşmazlığıdır. Oysa üniversitede hukuk kürsüsü ile yargıçlık kürsüsü arasında iletişim kurulsa, üniversiteden ayrılmadan yargı üst birimlerinde çalışma mümkün kılınsa, gerçek bir yenilik sağlanmış olacağı gibi, yargının kapalı devre zihniyet üreten bir yapı olmaktan çıkarılması da mümkün olacak. Tasarı bu konuda yalnızca geleneğin tekrarını sağlıyor.

Yüksek Yargı bürokrasisi

Diğer bir sorun, disiplin sürecini yalnızca merkeze hasredip, onu da kapalı mekânda cereyan eden bir süreç olarak tanımlamaktır. Etkin başvuru yönteminin sınırlı bir şekilde kabul edilmiş olması, disiplin sürecinin, hâkim ve savcının avukatıyla birlikte katıldığı kamuya açık bir sürece, yani disiplin yargılamasına dönüştürülmemesi HSYK’nın güvence niteliğini zayıflatıyor.

Yargı yüksek bürokrasisinin yargılama ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları ise olduğu gibi devam ediyor.

Kısacası, yeni HSYK ile sistemin merkezine “yargıç” yerleşmiyor. Bürokrasinin kontrolsüz bir merkez olma tehlikesi beliriyor.

Demokrasi mücadelesi, bürokrasinin kendini eskisinden daha güçlü bir şekilde merkeze taşıması için verilmedi.  Türkiye insanı bunun için mobilize olmadı. HSYK’nın geçiş döneminin beklentilerine göre yapılandırılması gerekiyor. Ama daha önemlisi yeni anayasa sürecinin hızlandırılmasıyla birlikte, parlamentonun kendini merkeze yerleştirecek politikalar üretmesi zorunluluğudur.

10.11.2010 Star-Açıkgörüş
 
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et