Ölüm ‘geliyorum’ diye diye gelmiş

Facianın üzerindeki giz perdesi kalkıp kazanın nedeni yavaş yavaş belirginleştikçe karşı karşıya olduğumuz tablonun korkunçluğu da artıyor.

Akıl almaz bir adamsendecilikle, tarifi imkansız bir vurdumduymazlıkla ve kadercilikle karşı karşıyayız.

Orada bir damarda kömür aylardır içten içe, yavaş yavaş, sinsi sinsi yanıyormuş. Daha önce çalışılmış ve sonra sakıncalı bulunup bırakılmış bir damar…

Madenin içi ısındıkça ısınmış; işçiler atletle bile çalışamaz hale gelmiş, öyle ki sinsi yangının ısısı elini madenin duvarına koysan hissediliyormuş. Kömürler sıcakmış… Sonunda, için için yanan bir kömür blokunun yerinden kopup düşmesiyle birlikte kömür tutuşmuş ve kıyamet kopmuş…

Isınmayı herkes fark etmiş. Ama kimse bir şey yapmamış… İşçiler “Burası ısınıyor, biz bu ocağa inmeyiz” diye kazan kaldırmamış. Sendikaları duruma el koyup yaklaşan tehlikeyi yönetime ve kamuoyuna açıklamamış. Teknik elemanlar, mühendisler işletmenin sorumlularına gidip “Durumu anlayana kadar işçileri aşağıya indirmeyiz” dememişler ya da demişlerse de “Bir şey olmaz”cevabını alınca susup oturmuşlar. Devletin müfettişi ise belli ki hiçbir şeyin farkında değilmiş. Muhtemelen gitmiş, çayını kahvesini içmiş, işler nasıl gidiyor diye sohbet etmiş, aşağıya bile inmeden çekip gitmiş…

İşte ölüm böyle, “geliyorum” diye diye gelmiş…
 
Nükleer santral olsa ne değişecek?
 
Ben yıllardır maden ocaklarının kapatılmasını ve nükleer enerjiye geçilmesini savunuyorum. Elbette ki uzmanlar kadar bilemem ama okuduğum, dinlediğim kadarıyla nükleer santrallerin şu anki alternatifler arasında en temiz, en güvenilir, en ucuz ve en istikrarlı enerji üretim yöntemi olduğuna inanıyorum.

Ama mantalite değişmedikçe nükleer enerjiye geçmişsiniz ne olacak, kömürde kalmışsınız ne olacak?..

Soma felaketine yol açan gaflet zinciri sürdükçe o nükleer santralin tipine karar verecek olan bürokratın rüşvet yemeyeceğine, doğru teknolojiyi seçeceğine güvenebilir misiniz? İhaleyi alan firmaların önce fiyat kırıp sonra da maliyet düşürmek için yapacakları tasarruflardan korkmaz mısınız? O nükleer santral bitince başına getirilen kişilerin liyakate göre mi yoksa partizanca kaygılarla mı seçileceğini kestirebilir misiniz? O santralin rutin kontrollerinin zamanında ve gerekli titizlikle yapılacağına güvenebilir misiniz? O santralde çalışan teknik kadroların adamsendeciliğinden, memur zihniyetinden, “Bu kadar çok kontrol mekanizmasına ne gerek var” deyip kimi kontrol mekanizmalarını devre dışı bırakmalarından, “Bu kadar ısınmakla bir şey olmaz” deyip santrali patlatmalarından korkmaz mısınız?
 
Güvende olabilmemiz için…
 
Teknoloji kusursuz olabilir. Ama sonuçta belirleyici olan o teknolojiyi kullanan insan malzemesidir.

Görünen o ki, bu ülkenin bugünkü yönetim anlayışı ve insan malzemesiyle ne bir maden ocağını ne de nükleer santrali güvenli bir biçimde işletebilmesi mümkün. Ve bunu değiştirmek, askeri vesayeti kaldırmaktan da, yargı vesayetini kırmaktan da zor. Bu bir siyasi reformla olmaz; en tepeden en aşağılara kadar her kademede bir kültür devrimi gerektirir. Devletin, bir numaralı sorumlusundan en alttaki memuruna kadar, insan hayatının her şeyden daha değerli olduğunu taa içinde duyması, bizim denetleyemediğimiz şeyleri bizim adıma titizlikle denetler hale gelmesidir bu zihniyet devrimi… Hata yapan siyasetçinin, bürokratın gözünün yaşına bakmadan cezalandırıldığı, adamsendeci görevlilerin o yapıda barınamadığı bir sistemin yaratılmasıdır.

Bununla da bitmez; denetimin sadece devlete bırakılamayacak kadar önemli olduğunun kavranması; adı sivil toplum kuruluşu olan kuruluşların şamatayı bırakıp asıl işlerinin bu olduğunu anlaması ve öyle davranmasıdır.

Belki de en etkilisi, tek tek bireylerin, “devletimiz-yöneticilerimiz-müdürlerimiz nasılsa bizim adımıza düşünüyor ve doğrusunu yapıyordur” teslimiyetçiliğinden kurtulmasıdır.

Tek tek herkesin gönüllü müfettiş gibi davranmasıdır.

Nerede olursa olsun, etrafında olup biten hatalara, gördüğü zayıf halkalara, umursamazlıklara bakıp geçmek yerine, alarm ziline basma sorumluluğu duyan bir insan tipinin yaratılmasıdır. Bu sorumluluğu duymanın ahlaki bir görev olduğunun bilinçlere kazınması, bunu yapmayanların ahlaken aşağılanır, suçlanır hale gelmesidir.

Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et