‘Siyasetle müzakere, terörle mücadele’… Son aylarda Kürt meselesi özelinde söylenmiş en önemli söz.
Ancak mesele şu ki, hükümetin karşısında müzakere yapacak bir siyasal aktör yok. Bırakın siyaseti, muhatap alınacak ‘bir’ PKK bile yok. Zaten şimdilerde yükselen terörün gerisinde de ‘devletin karşısında müzakere masasına kim oturacak’ kavgası yatıyor. Çözüm için PKK’dan bir grupla yapılan müzakerelerin deşifre olmasının bile sorun yaratmadığı ortamda temel sıkıntı bu.
Kiminle konuşacaksınız? PKK’yı kim temsil ediyor değil soru, kim kontrol ediyor? Kontrol edeni bulup onunla anlaşmanız gerek normal şartlarda terörü bitirmek için. Ama o kim? Bilen var mı? Karayılan mı, Bayık mı, Karasu mu? Yoksa TAK mı? Eminim devlet, bugün Öcalan’la bu işi müzakere etme imkânının olmasını tercih ederdi.
Siyasette muhatap ararken gözler tabii ki hemen BDP’ye çevriliyor. BDP, doğru bir kararla Meclis’e dönüyor. Siyaset söz konusu olunca BDP’nin merkezi bir rol oynamasını bekliyor herkes. BDP, bir yandan demokratik açılım sürecinin önünü açabilir, hükümeti bu noktada cesaretlendirebilir, öte yandan da PKK’nın silahsızlandırılması ve mensuplarının ülke sınırları dışına çıkarılması noktasında süreci ‘kolaylaştırıcı bir arabulucu’ olabilir.
Ama biliyoruz ki BDP, ne kendi başına bir aktör ve muhatap ne de böyle bir rol oynamaya talip. Rüşdünü ispat edememiş bir hareket olarak ‘askerî kanat’ın gölgesinde siyasetçilik oynuyor. Siyaseti öncelemediği gibi, çözüm için siyasete de inanmıyor. Kuşkusuz bu niteliğiyle bile Kürt siyasal hareketinin bir parçası, ama etkisiz bir elemanı. BDP çözüm müzakerelerinde bir rol üstlenmediği gibi, mevcut varlığı ve işleviyle de siyaseti kişiliksizleştiriyor.
Önceki günkü açıklamaya da yansıdı; bütün varlığını AK Parti’yle mücadele üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Kürt meselesini hakikaten çözmeye çalışan birileri için AK Parti temel çelişki görülüyorsa bu sorundur. BDP gibi bir parti, varlığını Kürt sorununa odaklamış bir partinin yapması gereken iktidar partisiyle varoluşsal bir mücadeleye girmek değil, onu çözüm yolunda bir ‘partner’ yapacak siyaset geliştirmektir.
Başbakan’ın ‘siyasetle müzakere’ açıklamasına rağmen AK Parti’nin uzun süre çözüme ve müzakereye yakın durması beklenmemeli. Bütün bu görüntüler, kontrolsüz şiddet AK Parti hükümetini köşeye sıkıştırıp Kürt meselesine çözüm iradesini rafa kaldırmasıyla sonuçlanabilir.
Hükümet çevrelerinde şöyle bir analiz egemen hale gelebilir zamanla; neredeyse 10 yıldır iktidardayız. Hâlâ bir alternatifimiz yok. Terör de AK Parti’yle gelen bir mesele değil. Toplum yıllardır terörle yaşamaya ‘alışık’. Üstelik AK Parti, Kürtlerin oyunu almaya devam ediyor. Türkiye Kürtlerinin yarısından fazlası AK Parti seçmeni. Kürt siyasal hareketini temsil eden partiler de yıllardır % 5-6 aralığında oy alıyorlar. Şiddet azalsa da artsa da, hükümet soruna çözüm iradesi ortaya koysa da, boşverse de bu tablo değişmiyor, değişmez. Dolayısıyla risk alamaya, elini ateşe uzatmaya ne gerek var?
AK Parti’de bu akıl yürütme baskın hale gelirse çözüm için inisiyatif, yani siyasi riskler almaya girişmez. Eğer statüko herkes için ‘katlanılamaz’ değilse çözüm de gelmez. Taraflar meseleyi ‘katlanılabilir’ ve ‘yönetilebilir’ gördüğü müddetçe değişim adına riske girip çözüm üretmeyi denemezler.
Bugün için hem AK Parti iktidarı hem de BDP-PKK cenahı meseleyi ‘yönetilebilir’ buluyorsa yanılıyor. Her yerde patlayan terör eylemleri, sivillere yönelik saldırılar, öğretmen kaçırmalar halkın şiddeti yürütenler kadar, onu engelleyemeyenlere de tepkisini büyütüyor. PKK’nın şiddet politikası BDP’nin de meşruiyetini zedeliyor. Sivil eylemler, direnişler, tepkiler büyüyor.
Sonuç; Kürt siyasal hareketi barışa hazır ve şiddeti kontrol edebilecek bir muhatap üretmelidir tez elden. Hükümet de bu muhatap bulunsun veya bulunmasın Kürt taleplerine siyaseten karşılık üretmeye devam etmelidir. Siyasal müzakerenin gerçek muhatabı halktır çünkü…
Zaman, 30.09.2011