“Beka” siyasetinin Cumhur İttifakı için yıkıcı etkileri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu’nun başvurdukları keskin milliyetçi dil, Türkiye’nin batısındaki Kürtlerin çok ağırlıklı bir oranda muhalefete yönelmesine yol açtı.
İki yerel seçim; Mart 2014 ve Mart 2019.
Üç genel seçim; Haziran 2015, Kasım 2015, Haziran 2018.
İki Cumhurbaşkanlığı seçimi: Ağustos 2014 ve Haziran 2018.
Bir halk oylaması; Nisan 2017.
Son beş yılı Türkiye neredeyse sandık başında geçirdi. Seçim sayısının fazlalığı, bir taraftan sistemin işlemesini ve sandığın belirleyici olduğunu göstermesi açısından müspet bir duruma işaret ediyor. Lâkin beri taraftan memleketin hep seçim havası soluması, yapısal arızaların sürekli ertelenmesini de beraberinde getiriyor. Seçime aşırı hassas politik yönelimlerden ötürü, çözüm bekleyen sorunların giderilmesi noktasında insiyatif alınması zorlaşıyor.
Türkiye, 31 Mart’ta yine sandık başındaydı. Halk iradesini ortaya koydu ve yerelde kendisini yönetecek olanları tâyin etti. Ortaya çıkan tablo, siyasetin genel güzergâhı hakkında da birçok mesaj içeriyor. Önümüzdeki günlerde, seçmenlerin tercihlerinin her yönüyle ayrıntılı bir tahlile tabi tutulması kaçınılmaz. Çünkü her bir neticenin çok fazla kırılımı var ve her biri farklı okumalara açık. Ama biz şimdilik sıcağı sıcağına bazı temel tespitlerde bulunmakla iktifa edelim.
İktidarın meşruiyet testi
(1) 31 Mart’ta partilerin başarı ve başarısızlıklarını iki ölçüte dayanarak tespit etmek mümkündü. Ölçütlerden biri, iktidar ve muhalefet bloklarının oy dengesiydi. Söz konusu dengede bir değişiklik olmadı. AK Parti ve MHP’den müteşekkil Cumhur İttifakı, geçerli oyların ( yüzde 44.32 + yüzde 7. 31 =) yüzde 51. 63’ünü aldı. 2018 Haziran’ında yapılan seçimlerde aynı oran % 53. 66 idi.
Yani Cumhur İttifakı iki puanlık bir kayıpta; ancak bu kayıp iktidar ile muhalefet arasındaki dengeyi muhalefet lehine değiştirecek ölçüde olmadı. Dolayısıyla iktidarın meşruiyetini sorgulayacak bir sonuç ortaya çıkmadı. İktidar meşruiyet testini geçti; seçmen ülkeyi idare etmesi için ihtiyaç duyduğu desteği iktidara verdi.
(2) Büyük heyecanın yaşandığı yerel seçimlerde başarının ikinci kıstası ise, büyükşehirlerde kimin zafere ulaşacağıydı. Özellikle çeyrek asırdır AK Parti geleneği tarafından yönetilen İstanbul ve Ankara’da başkanlık koltuğuna kimin oturacağına çok büyük bir siyasi değer atfedildi. Ankara’da Mansur Yavaş kazandı. İstanbul’da — itirazlar nedeniyle henüz nihayete ermeyen bir süreç var ama — Ekrem İmamoğlu önde.
İki büyük ilin AK Parti’nin elinden çıkmasının, sembolik göndermeleri çok fazla. Ayrıca Cumhur İttifakının sadece bu iki ili değil, Adana, Mersin ve Antalya gibi merkezleri de kaybetmesi, iktidara yönelik erken bir uyarı olarak görülebilir. Zira büyükşehirleri kaybetmek, 2023’te yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de kıyasıya bir rekabete sahne olacağına bir karine olarak kabul edilebilir.
Büyük şehirlerde muhalefetin güç kazanması, Türkiye siyasetini iki farklı yola sokabilir. Ya bu sonuçlar bir balans işlevi görür ve herkes sınırlarını bilir, bu sınırlar dâhilinde iş yapar. Böylece, yerel ile merkez arasındaki güç dağılımı nedeniyle iktidar ile muhalefet arasındaki tansiyon düşer. Ya da güçlerin bölünmesi, siyasi alanda zaten var olan kutuplaşmayı körükler. Her bir taraf diğerinin alanını daraltmaya çalışır. Bu ihtimalde ise gerginlik tırmanır.
Cumhur İttifakına kaybettiren “beka”
(3) Beka siyaseti, iktidar kanadına beklediği faydayı sağlayamadı. Erdoğan ve Bahçeli’nin bekaya aşırı yüklenmeleri, belki parti tabanında bir miktar tahkimat sağladı, ama muhalefete sempati duyan kesimleri zerre kadar etkilemedi. Bilhassa büyük şehirlerdeki iktidar yanlıları tarafından inandırıcı bulunmadı. MHP seçmenini de umulduğu kadar motive edemedi. Ekonominin birinci gündem olduğu bir konjonktürde, ekonomik sıkıntıları perdelemek için ileri sürülen beka söylemine itibar edilmedi.
Buna mukabil, bu siyasetin Cumhur İttifakı için yıkıcı etkileri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu’nun başvurdukları keskin milliyetçi dil, Türkiye’nin batısındaki Kürtlerin çok ağırlıklı bir oranda muhalefete yönelmesine yol açtı. İstanbul’un, Ankara’nın, Adana’nın, Mersin ve Antalya’nın kaybedilmesinde bu yanlış politik tercihin çok büyük payı olduğunu söylemek gerekir.
(4) CHP ve Kılıçdaroğlu, bu seçimin kazananlarından biri. Eğer Ankara ve İstanbul kazanılmasaydı, CHP’de — mutad olduğu üzere — parti içi bir kriz baş gösterir ve Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı tekrardan tartışmaya açılırdı. Ancak CHP’nin Akdeniz ve Ege’nin kıyılarını alması ve oradan da başını Anadolu’nun içlerine uzatması, partiye huzur getirdi ve umut verdi. CHP Genel Merkezi, çok uzun bir süredir, 31 Mart’taki mutluluğa benzer bir mutluluğa tanık olmamıştı. Her seçim gecesi sessizliğe gömülen partide bu kez yüzler gülüyor, gözler ışıldıyordu.
Kılıçdaroğlu’nun aday tercihleri ilkin çok eleştirilmişti. Adayların yeterince tanınmadığı, yıldız isimler olmadığı ve daha önemlisi yeterince CHP’li olmadıkları belirtilmişti. Kılıçdaroğlu bu eleştirilere göğüs gerdi. İlçe belediyelerinde başarılı ve her kesime seslenebilen isimleri parlatıp büyükşehirlere aday gösterdi. Sonuçta bu taktiğin tuttuğu görüldü. İstanbul’da, Adana’da, İzmir’de, Antalya’da gelen zafer, Kılıçdaroğlu’na karşı yükselmek için fırsat kollayan sesleri susturdu.
İmamoğlu’nun ayak sesleri
(5) Ekrem İmamoğlu, bundan birkaç ay öncesine kadar, Türkiye kamuoyunun tanımadığı bir ilçe belediye başkanıydı. Binali Yıldırım’ın karşısına rakip olarak çıkartıldığında, birçok çevre ona dudak bükmüştü. Yıldırım gibi bakanlık, başbakanlık ve meclis başkanlığı görevlerinde bulunan ve tüm ülkenin yakından bildiği bir “ağır top” karşısında, adını sanını kimsenin duymadığı İmamoğlu’nun bir şansının olmayacağı düşünülmüştü.
Fakat İmamoğlu adının deklare edildiği ilk günden itibaren büyük bir performans gösterdi. Cumhur İttifakının “beka”ya dayanan ve karşısındaki herkesi düşmanlaştıran kampanyasına karşı zıt bir yol tutturdu ve “düşmanı olmayan” bir kampanya yürüttü. CHP üzerinde etkili bazı kesimlerinden gelen homurtulara rağmen, kampanyasına Erdoğan’ı ziyaret etmekle başladı. Herkese ve her kesime ulaşmaya çalıştı. Kendisine karşı yapılan bazı provokatif saldırılara sükûnetle cevap verdi. Büyük lâflar etmedi. Talip olduğu makamı aşan genel meselelere girmekten özenle kaçındı. İstanbul’a ve projelerine dikkat çekti. Kitlelere ulaştırmak istediği mesaja odaklandı. Sinirleriyle oynanmasına rağmen kontrolü elden bırakmadı.
Seçim gecesinin yıldızı da İmamoğlu’ydu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin adayı olan Muharrem İnce’nin oyunu verdikten sonra ortadan kaybolması ve kamuoyunun önüne çıkmaması, CHP’ye oy veren seçmenler tarafından — haklı olarak — çok ağır eleştirilere uğramıştı. İmamoğlu ise, seçimden sonra tam on kez basın toplantısı düzenledi. Her toplantıda elindeki verileri kamuoyu ile paylaştı, seçimlerle ilgili görevli ve yetkilileri sorumlu ve adil davranmaları konusunda sürekli uyardı. Kamuoyunu sürekli ve ikna edici bir şekilde bilgilendirdi. Bir kriz ânında yönetim becerisine sahip olduğunu gösterdi.
İmamoğlu’nun başarısında, Demirtaş’ın 7 Haziran’da başardığına benzer bir tat var. 31 Mart’a imza atan İmamoğlu, hem Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu sağlamlaştırdı, hem de kendisini potansiyel bir lider adayı haline getirdi.
Önemli bir mesafe kat etti İmamoğlu, ama siyasi geleceğinde asıl belirleyici faktör, İstanbul’daki yönetim dönemi olacak. İstanbul’da göstereceği başarı veya başarısızlık, onun kaderini biçimlendirecek. Eğer seçim sürecindeki profilini muhafaza edebilir ve bir üst noktaya taşıyabilirse, o zaman İmamoğlu’nun siyasi ömrünün uzun olacağı söylenebilir.
Okumalara MHP, İYİ Parti ve HDP ile devam edeceğim.
Serbestiyet, 3 Nisan 2019