KCK Operasyonları ilk tepkilerin yatışmasıyla Fırat’ın batısında unutulmaya yüz tutsa da, Fırat’ın doğusunda gündemi belirlemeye devam ediyor. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam eden davanın 19. duruşması Salı günü yapıldı. Sanık avukatlarının reddi hâkim talebinde bulunduğu duruşmada, mahkeme duruşmayı 18 Nisan 2011 tarihine erteledi. Davanın iki buçuk ay ileriye atılması şimdilik sorunun üzerini örterken KCK siyasal rekabetin ana başlıklarından birini oluşturmaya devam ediyor. Zamanlaması, usulü, öznesi ve stratejisi yanlış olan KCK operasyonları, dile getirilen iyileştirmeleri sağlamak yerine bizatihi kendisi zamanla büyük bir sorun haline geldi. KCK iddianamesinde öne sürülen temel tezlerin geçen sürede hiçbir anlamının olmadığı ortaya çıktı. Operasyonlarla sokak gösterileri engellenmek istenirken, Avrupalı heyetlerin canlı olarak izlediği ve medyanın naklen yayınladığı çok daha büyük gösteriler yapılmaya başlandı. KCK operasyonlarıyla basit bir güvenlik sorunu kitleselleşti ve tüm Kürtlerin takip ettiği bir problem haline geldi. Açılımın Kürt kamuoyunda yarattığı iyimserlik, KCK operasyonlarıyla yerini soru işaretlerine bıraktı.
Operasyonun maliyeti
29 Mart 2009 yerel seçimlerinden 15 gün sonra gerçekleştirilen ilk KCK gözaltlıları, Haziran, Eylül ve Aralık dalgalarıyla devam etti. ‘İyi şeylerin olacağı’ ve Kürt sorununun çözümü için kalıcı adımların atılacağı 2009 senesi faili meçhul(!) bir odağın azmettirmesiyle KCK operasyonlarıyla bambaşka bir yere savruldu. Büyük umutlarla başlayan 2009 senesi, kelepçeli fotoğraf görüntüsüyle dramatik biçimde son buldu. Diyarbakır sokaklarına asılan “Önce Halepçe, Sonra Kelepçe” afişi aslında fazla söze gerek bırakmayan bir psikolojiyi ortaya koyuyordu. Demokratik Açılım sürecini enfekte ederek, hükümetle ilgili şüphelerin yoğunlaşmasına yol açan KCK operasyonları, sıradan bir asayiş sorununun politik bir krize dönüşmesine sebep oldu. Bunun da ötesinde ‘bilinmeyen dil’ ayıbı ve Kürtçe savunma talebine karşı mahkemenin kendisiyle çelişen tutumuyla Kürtçenin yargılandığı tarihi bir davaya dönüştü.
Güvenlikçi perspektifin bir yansıması olarak yürütülen KCK operasyonları, kamuoyundan yükselen tepkiler karşısında ne iktidarın, ne bürokrasinin sahip çıkmadığı faili meçhul hadise olarak tarihe geçti. On dokuzuncu duruşmanın yapılmış olmasına rağmen henüz esasa dair yargılamaya geçilememesi, mahkeme heyeti ile sanık avukatları arasındaki restleşme davanın politik bir davaya dönüşmesine sebep oldu. Öncülü yanlış önermeler dizgesi, doğal olarak yanlış sonuçlar doğurdu. KCK Davası’nın yarattığı olumsuz hava AK Parti politikalarının yargılandığı bir imtihana dönüştü.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iki yıl süren teknik takip ve izlemeler sonunda hazırlanan 7.578 sayfalık iddianamede sanıklar, PKK’nın şehir merkezindeki faaliyetlerini hayata geçirmekle suçlanıyorlar. Bunun yanı sıra sanıkların “sokak eylemlerini organize etmek, kamu kurumlarına saldırı düzenlemek, şehirlerdeki düzen ve asayişi bozmak” gibi eylemleri gerçekleştirdikleri iddia ediliyor. Bu türden suçlamalar yanında “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak, gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefet, terör örgütü propagandası yapmak, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak” gibi soyut ve yoruma açık suçlamalar da yer alıyor.
İddianamede yer alan suçlamaların geniş biçimde yorumlanmasıyla aslında bölgede yaşayan vatandaşların önemli bir kısmının gözaltına alınması mümkün. Uzun iddianame, Kürt sorunun çözümünde PKK ile BDP arasında ‘bekleme odası’ işlevi gören KCK yapılanmasının yanlış okunduğunun açık göstergesi. PKK’nın silahsızlandırılmasının tartışıldığı bir dönemde güvenlikçi yaklaşımın ‘örgüte yardım ve yataklık etmek’ gibi yoruma açık bir ifadesine dayanılarak seçilmiş siyasetçilerin gözaltına alınması Ankara ile Diyarbakır arasında ciddi bir rezonans sorunu olduğunu ortaya koyuyor.
Mahkemede akıl tutulması
Diyarbakır’da görüştüğümüz sanık avukatları iddianameye konu olan ‘örgüt-parti’ ilişkisinin DEP davasından bu yana dile getirildiğini ve pratik bir fayda sağlamadığını söylerken, iddianameye konu olan büroların yeni kadrolarla faaliyetlerine devam ettiklerini ifade ettiler. Başta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere BDP’li il belediye başkanlarının çoğunun gözaltına alınması davanın kilitlenmesine neden olurken, bu yaklaşım Kürt siyasetinin normalleşmesine mani oluyor. İnatlaşma devam ettiği müddetçe seçimlerde KCK tutuklularından bazı isimlerin milletvekili adayı yapılması sürpriz olmayacaktır.
Mahkemenin sanıkların emniyette ve savcılıkta Türkçe ifade vermelerini ve bir kısım teknik hukuki detayları gerekçe göstererek Kürtçe ifade verme talebini reddetmesinin onu hukuken meşru kılsa dahi toplum vicdanında mahkûm ettiğini belirtmemiz gerekiyor. Devletin, Türkçe bilmeyen vatandaşlar için ücretini bizzat kendisinin ödeyerek tercüman tutma pratiği söz konusu iken tartışmanın geldiği noktada Kürtçe savunma talebinin reddedilmesi sorunun büyümesine yol açıyor. Mahkemenin tutumu, hükümet hakkında şüyu vukuundan beter iddiaların yapılmasına zemin hazırlıyor. Düşük yoğunluklu savaşın devam ettiği dönemde Diyarbakır İHD Başkanı Vedat Aydın’ın DGM’de Kürtçe savunma yapmasına; Kürt-Der davasında İbrahim Güçlü ve Sabahattin Korkmaz’ın savunmalarını Kürtçe vermelerine izin veren aynı hukuk sisteminin bugün aksini söylemesi sorunu derinleştiren bir etki yapıyor. Federasyon talebinde bulunan görüşlerin Kürtçe ifade edilmesine izin veren yargı sistemi, KCK sanıklarının ‘Kandil’le organik bağlarının olmadığını’ söylemelerine izin vermiyor. Bu mukayese dahi Diyarbakır’da ne kadar büyük bir akıl tutulması yaşandığını ortaya koyuyor. Mahkemenin içine girdiği inatlaşma geçmişte devletin Kürt sorununda aldığı pozisyonla birebir örtüşüyor.
‘Bilinmeyen dil’ değil
Başbakan Erdoğan ve Adalet Bakanı Ergin’in KCK ile ilgili yaptıkları değerlendirmelerde sorununun yargıdan kaynaklandığını belirtmelerine rağmen bölgedeki hâkim algı yaşananlardan iktidarı sorumlu tutuyor. Aynı davanın Urfa ve Hakkâri duruşmalarında Kürtçe ifade verme krizinin yaşanmaması dahi hükümeti zan altında kalmaktan kurtaramıyor. Seçim öncesinde fısıltı gazetesi aracılığıyla KCK davasının hükümetin tasarrufu olduğu propaganda ediliyor.
Mahkeme, KCK davasının hukuki bir dava olmaktan çıkartıp, siyasi bir davaya dönüştürürken mahkemenin nihai tutumu örgütün işini kolaylaştıran bir etki yapıyor. PKK, davayı Kürt sokağını mobilize edecek bir kaldıraç olarak kullanırken aynı zamanda hükümeti Kürtler nezdinde ayıplı duruma düşürmek istiyor. Davada bir uzlaşma yoluna gidilmemesi mahkemenin uluslararası bir soruna dönüşmesi ve bölgede yeniden sivil itaatsizlik eylemlerinin yükselmesine zemin hazırlıyor. Ankara’nın süreci ipotek altına alan bu akıl tutulmasına dur demesi ve ‘bilinmeyen dili’ değil, kardeşliğin dilini inşa etmesi gerekiyor.
Star,07.02.2011