Son yıllarda ‘yeni Türkiye’nin en önemli özelliklerinden birisi siyasette belirsizlik döneminin kapanmış olmasıydı. İktidarı ve muhalefetiyle siyaset öngörülebilir bir hüviyete kavuşmuştu. Ancak Türkiye bu özelliğini kaybediyor. İstikrar ve devamlılıktan yeni bir ‘değişim eşiği’ne gelmiş gibiyiz.
Siyaset öngörülebilir olmaktan çıktı. Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün, önümüzdeki AK Parti kongresinde ‘son kez genel başkan adayı’ olacağını açıkladı. Bu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığının ilanı anlamına da gelir. Seçilmesi de yüksek bir ihtimal. Ancak Anayasa Mahkemesi, yeniden adaylık için mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de önünü açtı. Bu karardan sonra Gül’ün yeniden adaylık için yoğun baskı altında kalacağına kuşku yok. Seçilmesinin ardından polemiklerden kaçınan, her kesimden insanlarla diyalog kurmaya gayret eden yumuşak üslubuyla Gül, başarılı bir cumhurbaşkanı profili çizdi. O makamda kalmasını isteyenlerin hiç de az olmaması normal. Soru şu: Abdullah Gül, 2007’de “Adayımız Abdullah Gül kardeşimiz.” diyerek önünü açan Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkar mı? Benim kanaatim çıkmayacağı yönünde, ama çıkarsa Türkiye siyaseti bambaşka bir yöne doğru evrilir. Erbakan-Erdoğan benzeri bir rekabet Erdoğan ile Gül arasında yaşanmaya başlar. Ancak baskılara rağmen Abdullah Gül’ün yeniden cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ın karşısına çıkacağını sanmıyorum. Peki, ne yapar? Bilmiyorum, kendisinin de henüz bildiğini sanmıyorum. Ancak her durumda çokça konuşulan parti liderliğine ve başbakanlığa dönüş olmaz. Olmaz, çünkü, Çankaya’ya çıkan Erdoğan başbakanlıkta güçlü bir siyasal figür görmek istemez. Zaten Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma arzusunun gerisinde ülkenin yetkili ve sorumlu ‘tek lideri’ olma arayışı yatıyor. Çankaya’da hükümet işlerine Özal’ın 1989 sonrası dönemde karıştığından daha fazla karışacak, adeta fiilî bir başkanlık modeli uygulayacaktır. Bu modele de cumhurbaşkanlığı yapan bir Abdullah Gül razı olmaz. Benzer bir analizi şu sıralar AK Parti’ye geçmesi konuşulan HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş için de yapmak mümkün. Kurtulmuş’un Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sonrası AK Parti lideri ve başbakan yapılacağı konuşuluyor. Ben buna da ihtimal vermiyorum. Çankaya’da ülkeyi yönetmeye devam etmek isteyen Erdoğan’ın tercih etmeyeceği bir kişi Numan Kurtulmuş. Nedeni basit; Kurtulmuş ’emanetçi’ bir başbakan olmaz, Çankaya’dan yönetilmeyi kabul etmez. Dolayısıyla Erdoğan da böyle bir riske girmez. Dahası, Erdoğan’ın Numan Kurtulmuş’u ‘başbakan yapmak için’ AK Parti’ye alacağını düşünenler yanılıyor. Türkiye siyaseten belirsizliğe yelken açmış durumda. Bu saatten sonra nerede ne olacağını kestirmek imkânsız. Erdoğan sonrası AK Parti’de çıkan bir kaos bambaşka noktalara gidebilir. Kurtulmuş, muhafazakâr sağın en ciddi lider adayı. Başbakan Erdoğan’ın da en çok çekindiği ‘muhalefet’ lideri. Yeni bir oluşum sürecinde etrafında toparlanmalar olabilir. AK Parti’ye transfer Kurtulmuş’u başbakan yapma değil, alternatif olmaktan çıkarma hamlesi. Peki, Numan Kurtulmuş çok mu saf? Bilmiyor mu kendi potansiyelini, AK Parti’nin iç dinamiklerini ve Erdoğan’ın liderlik özelliklerini? Tabii ki biliyor ama daha fazla ‘rezerv’de kalmak istemiyor. Ayrıca bütün Türkiye’de aktif olarak siyaset yapacak bir partiyi finanse etmek ve insan kadrolarını bir arada tutmak zor. Üstelik AK Parti’ye karşı sert bir muhalefet yapmayı meşrulaştıracak ortam ve bunu mümkün kılacak araçların olmadığının da farkında. Dolayısıyla Kurtulmuş farklı bir strateji izliyor, potansiyel bir lider adayı olarak AK Parti içinde olmayı uygun görüyor. Böylece AK Parti kadrolarına, teşkilatına ve tabanına nüfuz etme imkânına kavuşmayı, yarın bir gün AK Parti’de liderlik yarışı başladığında da rekabete hazır olmayı umuyor. En kötü senaryo; liderliği alamasa bile yüzde elli oy alan bir partiden kopacak unsurlarla en az yüzde 20’lik bir parti yaratmak olabilir. Gül, Erdoğan, Kurtulmuş… Hem arkadaşlar hem de rakip. Tercihleri ve birbirleriyle ilişkileri, AK Parti denilen siyasal fenomenin geleceğini belirleyecek. Zaman, 17 Temmuz 2012 |