İşte sonunda beklenen oldu.
Tutukluluk süresini 3 yıla indiren Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 102. maddesi 2011 başı itibarıyla uygulamaya girince, Yargıtay’da temyiz bekleyen mahkûmlar ile adam öldürme, uyuşturucu, tecavüz ve sahtecilik gibi ağır suçlardan yargılamaları 5 yıldır sürenler cezaevlerinden tahliye olmaya başladı.
Şimdi kimileri isyan ediyor: “Vay, beş adam öldürmüş, hakkında yerel mahkemenin mahkûmiyet kararı olan bir cani salıverilir mi” diye…
Elbette salınır. Eğer siz devlet olarak, en önemli görevinizi, asli işinizi doğru dürüst becerememiş, yani bir davayı üç yıl içinde nihai karara bağlayamamış, bir insanın suçlu olup olmadığına üç yılın sonunda hâlâ karar verememişseniz, bir “tedbir” olarak onu içeride tutma hakkını da kaybedersiniz. Çünkü artık tutukluluk tedbir olmayı çoktan aşmış, resmen cezaya dönüşmüştür. Beş kişi öldürdüğü iddia edilen o adam da dahil, herkesin masum olma ihtimali vardır ve “tedbir almak” adına masumları mağdur etmenin de bir sınırı olması gerekir.
Biliyorsunuz, bizim devlet suç türleri arasında ayrımlar yapmaya, farklı suç türlerine farklı uygulamalar yapmaya pek yatkındır. Kah, devlete karşı işlenen suçlar-bireye karşı işlenen suçlar ayırımı yapar, kah terör suçlarını ayırır, kah yüz kızartıcı suçlar- yüz kızartıcı olmayan suçlar (ne demekse) ayrımı yapar. Bu ayrımlara göre farklı mahkemeler kurar, farklı gözaltı süreleri farklı yargılama usulleri koyar, farklı aflar çıkarır.
Bu defa da aynı şeyi yapıyor ve CMK’daki bu değişikliği örgütlü suçları dışarıda bırakacak şekilde düzenliyor ve örgütlü suçlarda tutukluluk tavanını 10 yıl olarak belirliyor.
Peki bunun mantığı nedir? Öne sürülen gerekçe, çok sanıklı örgüt davalarında mahkemelerin daha fazla zamana ihtiyacı olacağı… Ne var ki bu gerekçe, örgütlü (başkalarıyla birlikte) suç işleyen bir bireyi, tek başına suç işleyen bir bireyden daha fazla cezalandırmayı hiçbir şekilde makul gösteremez. Çünkü eğer örgüt davaları daha yavaş ilerliyorsa onu hızlandırmak yine devletin sorumluluğundadır. Devletin bu sorumluluğunu yerine getirmeyip, örgüt davalarından yargılananları tutuklu statüsünde 10 yıl içeride tutması, hukuk önünde eşitlik ilkesinin apaçık bir şekilde ihlal edilmesi demektir.
X x x
“Geciken adalet” tablosunun baş sebebinin Yargıtay’daki dosya yığılması olduğu yıllardır biliniyor. Bu tabloyu değiştirmek için alınacak ilk tedbirlerden birinin İstinaf Mahkemeleri kurmak olduğu da malum. İstinaf Mahkemeleri Yargıtay’ın yükünü azaltmak amacıyla kurulan, Yargıtay’la yerel mahkemeler arasında yer alan bir mahkeme türü. Bölge yargıtayları da diyebiliriz. Bu mahkemelere yerel mahkemeler tarafından verilen toplam 5 yıla kadar olan hapis cezaları, değeri 5 bin liraya kadar olan hukuk davaları, her türlü para cezasına ilişkin kararlar ve on yıla kadar hapis cezası gerektiren suçlara dair beraat kararları gidecek. Hukukçuların ifade ettiğine göre bu durumda Yargıtay’ın dosya yükü yüzde 60-70 oranında hafiflemiş ve davaların bu kadar uzaması engellenmiş olacak. Ayrıca yükü ciddi biçimde hafifleyen Yargıtay, bu sayede ağırlıklı olarak bir içtihat mahkemesine dönüşebilecek.
Türkiye, Avrupa Birliği’nin de dayatmasıyla, yıllardır bu konuda yasal ve maddi hazırlıklar yapılıyor. İstinaf Mahkemeleri kurulması hakkındaki kanun 2005 yılında çıkarıldı. Kanunda iki yıllık bir hazırlık süresi öngörülüyordu. Bu süre de 2007 yılının Haziran ayında doldu. Ama ortada hâlâ (dikilen bazı binalar dışında) hiçbir şey yok.
Peki bunu engelleyen ne?
Bundan birkaç yıl öncesine kadar Yargıtay, İstinaf Mahkemeleri’ne karşı çıkıyordu. Bugün Yargıtay’ın da fikir değiştirdiği, yani bu muhalefetin de ortadan kalktığı görülüyor. Şu anda “bu mahkemelerin üniter yapıya aykırı olduğuna, Türkiye’yi yargısal anlamda böleceğine” dair bazı safsatalar dışında hiçbir itiraz yok.
Özetle; yasa hazır, konsensüs var, tek eksiklik altyapı ve insan kaynağı… Bana kalırsa bu eksikliğin bir türlü giderilememesinin temel sebebi de devletin asli işleri ile tali işlerini bir türlü birbirinden ayırt edememesi.
Eğer devleti yönetenler adaleti sağlamaktan daha önemli bir görevleri olmadığını kavrasalardı; devletin bir zaafı yüzünden tek bir kişinin özgürlüğünün bir gün bile gaspedilmesinin çağdaş bir devlet için affedilmez bir suç olduğunun bilincinde olsalardı; yakında “dünyanın en büyük on ekonomisi” içine girmesi beklenen bir ülkede İstinaf Mahkemeleri’nin kurulması için para bulmak sorun olmazdı.
Ama öyle düşünmüyorlar, öyle hissetmiyorlar. On yıldır tutuklu yargılanan ve davası hâlâ bitmeyen insanlar karşısında ezilmiyor, hiçbir suçluluk duymuyorlar.
Hissettiklerini ama söyleyemediklerini biz söyleyeyim: “Hepsi de hırsız uğursuz takımı… Beklesinler içeride birkaç yıl daha, çatladılar mı!”
Star, 03.01.2011