“Tarihi” sıfatı, Türkiye’de bolca kullanılır, olur olmaz her hadise “tarihi” olarak nitelenir. Sıradan bir lig maçı, rutin bir ziyaret, her gün yapılan türden bir konuşmaya “tarihi” sıfatı layık görülür. Bu sebeple, bilhassa medyanın “tarihi” dediklerine şüphe ile yaklaşmak iyidir. Ancak bu mesafeli tutum, gerçekten “tarihi” olan olaylara hakkını vermekten de bizleri alıkoymamalı. Diyarbakır’da hafta sonunda tarihi günler yaşandı. Hem semboller, hem de Barzani ve Erdoğan’ın kullandığı söylem önemli bir kavşağın geçilmesini sağladı. Öncelikle semboller. Diyarbakır, bir merkez ve hemen her Kürt gözünü oraya dikiyor, oradaki gelişmelere kulak kesiliyor. Barzani’nin Kürtler arasında büyük bir saygınlığı bulunuyor. Şivan Perwer, 40’lı yaşlarında olanların kimliklerinin biçimlenmesinde ve Kürt kimliğiyle irtibat kurmalarında büyük bir tesiri olan bir ismi ifade ediyor. Başbakan, belediyeyi ziyaret ediyor, Baydemir ile el ele görüntü veriyor. Diyarbakır sokaklarında arabaları Kürdistan bayrağı süslüyor, meydanlarda Türkiye ve Kürdistan bayrakları birlikte dalgalanıyor. Erdoğan “Kürdistan” diyor, Barzani Türkçe konuşuyor. Tüm bu sembollerin birlikteliğinin bir anlamı var elbette. Semboller, çözüm süreciyle bağlantılı bir şekilde bir araya geliyor ve sürecin arkasındaki iradenin tam olduğuna işaret ediyor. Bunun süreci kalıcı kılmada ve tahkim etmede önemli bir işlev göreceği açık. Kürt-Türk İttifakı Söyleme gelince; Barzani’nin öne çıkardığı iki husus vardı: İlki, Kürt meselesinde şiddetin çözüm üretmeyeceğini vurgulamasıydı. Hem meydanda, hem de Baydemir’in kendi onuruna verdiği yemekte bunun altını çizdi. “Uzun bir tarihimiz, derin bir tecrübemiz var. Silahın, çözdüğünden daha fazla sorun yarattığını biliyoruz” diyen Barzani, demokratik mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini belirtti. Barışa ancak cesur insanların karar verebileceğini ve barışın uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirdiğini söyleyen Barzani, Kürtlere sabırlı olmalarını ve barışa ihtiyaç duyduğu süreyi tanımlarını tavsiye etti ve kendi üzerlerine düşen tüm sorumlulukları yerine getireceklerinin sözünü verdi. İkincisi, bir Kürt-Türk perspektifini sunmasıydı. Barzani’ye göre, Ortadoğu’da tarihin yeniden yazılıyordu ve Kürtler ile Türkler arasındaki işbirliği bu yeni tarihin yönünü belirlemede en önemli faktörlerden biri olacaktı. Artık “bir Kürdün kanı bir Türk gencinin, bir Türkün kanı bir Kürt gencinin eline bulaşmamalıydı.” Yeni bir Türkiye Başbakan Erdoğan ise, 1920 ruhunu esas alacak “yeni bir Türkiye” düşüncesini vurguladı. 1920, farklı etnik ve dini kimliklerin tanınmasına ve işbirliğine dayanan bir ruhu ifade eder. 1924 ise, herkesi tek bir kimlik içine hapseden ve Cumhuriyet tarihi boyunca yürütülen politikayı. Erdoğan, herkesin kendini eşit, özgür ve mutlu hissedeceği bir Türkiye’ye giden yolun, 1924’ten değil, 1920’den geçtiğini ve kendilerinin de bunu takip edeceğini belirtti. Elbette yeni bir Türkiye’nin inşası için Kürt meselesinin çözümü gerekiyor. Erdoğan bu noktada çözüm sürecinin hayati önemini hatırlattı. Türkiye’nin dört bir yanındaki halkın sürece büyük bir destek verdiğini, hükümetin sürecin ilerlemesi için iradesinin tam olduğunu ve bu süreci her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar sürdüreceklerini belirtti. Bazı kesimlerin süreci sabote etmeye çalıştıklarını, halkın bu sabotajları iradesiyle açığa çıkarması gerektiğini söyledi ve halkı- özelikle Diyarbakır’ı- sürece hakemlik yapmaya davet etti. Erdoğan’ın konuşmasında sarf ettiği en önemli söz “dağdakilerin indiği, hapishanelerin boşaldığı, 75 milyon vatandaşın kucakladığı yeni bir Türkiye yaratacağız. Hiç endişeniz olmasın” sözüydü. Bu söz “genel af ilanı” olarak yorumlandı, kimi kesimler bunu sevinçle karşıladı. Muhalefet ise bunun üzerinden Erdoğan’a yüklendi; “vatan hainliği” ithamları, “Sevr’in hortlatılması, Lozan’ın yırtılması” ifadeleri havada uçuştu. Aslında muhalefetin gösterdiği tepkiler, barışa giden yolun ne denli zor olduğunu gösteriyordu. Toplumsal uzlaşma Erdoğan’ın yaptığı gerçekçi bir değerlendirmeydi. Dünya deneyimleri, çözüm süreçlerinin beklendiği biçimde neticelenmesi için bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç olduğunu gösteriyordu. Türkiye’deki sürecin ilerlemesi ve nihayetlenmesi için de ileriki aşamalarında toplumsal uzlaşmayı sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması gerekecek. “Normalleşme” adı verilen sürecin üçüncü aşamasında, PKK’nin dağdan inip siyasi bir yapıya dönüşmesi, mensuplarının siyasi ve sosyal hayata katılımları planlanıyor. Bu ise hukuki alt yapının kurulmasıyla mümkün olabilir. Erdoğan’ın bu sözlerinde hem Kürtlere, hem de Türklere mesajlar vardı. Erdoğan Kürtlere sürecin sonundaki amacını gösterdi ve buna varılması için onlardan sürece sahip çıkmalarını istedi. Türklere ise sürecin başarılı olması halinde ortaya çıkacak olan tabloyu işaret etti ve buna hazır olmaları gerektiği mesajını verdi. Ayrıca mesajların da ötesinde, artık siyasi tartışmanın odağına yerleşecek olan bu sözler, kullananın niyetinden bağımsız olarak bir sürecin başlattı ve “af, toplumsal uzlaşma” gibi kavramların zamanla normalleşmesini sağlayacak bir zemin yarattı. Diyarbakır, sembolleri ve söylemleriyle önemli bir buluşmaya tanıklık etti. Süreçteki üç aktörden meydanda bulunan ikisi sürecin arkasında iradelerini bir kez daha teyit ettiler ve süreci ilerlettiler. Bugün süreç, dünden daha kalıcı ve biz bugün barışa dünden daha yakınız.
Serbestiyet, 11.11.2013