Dershane sonrası dönem

Dershaneler sizlere ömür…
Arkasından ağıt yakacağımız matah kurumlar değildi kuşkusuz. Ama bir ihtiyaçtan doğmuşlardı ve serbest piyasa ekonomisinin bu ihtiyaca cevabı olarak koca bir sektör haline gelmişlerdi.

Peki, bunların ölüm fermanını imzalayanlar, bu kurumları yaratan koşulları ortadan kaldırmak için eğitimde yeni bir ölçme ve değerlendirme sistemi, yeni bir sınav sistemi getirdi mi?

Ne gezer… Kaldırdılar, oldu bitti. Gerisini sonra düşünecekler.

Bu konu gündeme geldiğinde söylediğimiz bütün itirazlar hâlâ geçerli. Ama öyle bir noktadayız ki, artık bunlar üzerinde konuşmanın bir anlamı kalmadı. Ne girişim özgürlüğünün ihlalinden ne insanların hizmet alma hakkının kısıtlanmasından ne de merdiven altı dershaneler tehlikesinden söz etmenin faydası yok. Tartışma bitti. Dershane tartışması daha ilk andan itibaren “dershane tartışması” olmaktan çıktı; büyük bir siyasi kavganın parçası oldu ve doğal olarak o büyük kavgayla baş edemeyip ezildi gitti.
 
Her zaman siyasi kavgalara yem edildi
 
Zaten eğitimin sorunları ne zaman eğitim politikaları çerçevesinde konuşulup tartışılabildi ki bu ülkede…

Her zaman ama her zaman genel siyasi kutuplaşmalara yem edildi; ideolojik saflaşmanın koçbaşı olarak kullanıldı; rejim kavgalarının aracı oldu. Asla kendi başına değerli ve önemli addedilip kafa yorulamadı.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan bugüne hep böyle oldu bu.

12 Eylülcüler YÖK’ü kurarken yükseköğrenimde koordinasyon ve eşgüdüm sağlamayı amaçlamıyorlardı hiç şüphesiz. Tek dertleri üniversiteleri zapturapt altına almak, cuntanın akademi üzerinde kesin hakimiyetini sağlamaktı.

12 Eylülcüler katsayı değişikliği ile imam hatiplilerin üniversiteye girişini engellemek uğruna yüz binlerce meslek liseli genci hayata küstürmekte bir an bile tereddüt etmediler. Bu uğurda, sanayinin asıl ihtiyacı olan ara elemanı yetiştirecek olan meslek liselerini gözden çıkardılar. 8 yıllık kesintisiz eğitime geçerken de tek maksat, ağaçları daha yaşken kendi bildiği yöne “eğmek”ten başka bir şey değildi.

Eğer hükümetlerimiz ve milli eğitimcilerimiz, şimdiye kadar askerlik derslerinin kalkıp kalkmaması, zorunlu din dersi olup olmaması, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin kaçıncı sınıfa kadar okutulması gibi konularda kafa yorduklarının yüzde birini bu çocuklara matematiği, Türkçe’yi daha iyi nasıl öğretiriz diye yorsalardı bugün eğitimde böyle yerlerde sürünmezdik.

Ama devlet böylesine ideolojik oldukça; genç nesiller bitmek bilmeyen rejim kavgalarının malzemesi olmaktan çıkmadıkça; eğitim denildiğinde herkesin aklına gençleri başkasının değil, kendi torna tezgahında biçimlendirmek dışında bir şey gelmedikçe bizim herhangi bir eğitim tartışmasını yürütebilmemiz de mümkün olmayacak.
 
Bundan sonrası…
 
Artık geriye bakmanın faydası yok; şimdi dershane sonrası dönemi konuşmak gerek diye düşünülebilir.

Ama doğrusu, benim bundan sonrası için de pek bir umudum yok. Yılda birkaç kere ortak yazılı sınav yapılarak yeni bir ölçme ve değerlendirme sistemi kuruluyor. Bu sisteme dayanarak ders notlarının üniversiteye kabulde esas belirleyici olmasına doğru gidiliyor. Üniversite girişlerinde Amerikan sistemine geçileceği söyleniyor. Bu sistemin ABD’de ne kadar eleştirildiği bir yana, Türkiye versiyonunun tam bir rezalet olacağından kuşku duymuyorum.

Üniversite giriş sınavları, bütün problemlerine rağmen eğitimde bir kast sisteminin oluşmasını engelleyen; torpilin, rüşvetin, iltimasın işlemediği bir sistemdi. Arkasız, torpilsiz zeki çocukların eğer yeteri kadar çalışırlarsa kolejli zengin aile çocuklarıyla eşit şartlarda yarışabilecekleri ve makus talihlerini yenerek sınıf atlayabilecekleri bir sistem…

Şimdi bu umut da yok ediliyor. Ve benim canım başka da bir şey yazmak istemiyor.

Bu yazı Bugün Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et