Türkiye’de “bizde uzlaşı kültürü yok” yakınmasıyla çok sık karşılaşırız. Bu yargının doğruluğu üzerine bir değerlendirme yapmadan önce uzlaşı ile ilgili bazı hususların açıklanması icap eder.
Galiba ilk söylenmesi gereken, her türden siyasî veya kamusal kararın uzlaşı yoluyla alınamayacağıdır. Büyük bir toplumda sürekli ve hızlı bir şekilde alınması gereken çok sayıda karar olduğu için, pek çok karar uzun bir zaman alan uzlaşı yöntemine uygun değildir. Her türden kamusal kararı uzlaşı ile almaya kalkışmak demokrasinin işlemesini imkânsızlaştırmak anlamına gelecektir.
Ayrıca belli bir yaklaşımı veya perspektifi izlemeyi gerektiren türden kararlar da uzlaşı yöntemine uygun değildir. Uzlaşıda aynı konuda farklı düşünenler arasında ortak bir karar oluşturmak zorunda olunduğundan, kararlar genellikle dengeci, soyut ve muğlak bir niteliğe sahip olur. Oysa bazı kararlar, örneğin para politikası gibi, belli bir yaklaşımı veya perspektifi benimsediğinizde işe yarabilecek veya anlamlı olarak izlenebilecek kararlar olabilir. Kamusal kararların önemli bir kısmı belli bir yaklaşımın tutarlı şekilde ve belli bir süre takip edilmesini gerektirdiğinden uzlaşıya uygun değildir.
Buna karşın, uzlaşı ile alınmaya hem pratik olarak uygun hem de demokratik meşruiyet bakımından gerekli karar türleri mevcuttur. Uzlaşıyla alınması gereken karar türleri idarî veya yönetsel olanlar değil, yasaları belirleyen türdeki kararlardır. Şüphesiz ki anayasalar listenin en başında yer alır. Bir ülkenin anayasa kararı ne kadar geniş bir uzlaşı ile alındıysa, bir o kadar da sağlam ve meşru olmuş demektir. Benzer şekilde ister ulusal parlamentolarda, ister yerel parlamentolarda veya belediye meclislerinde olsun, yasama düzenlemelerinde mümkün olduğunca uzlaşının aranması iyi olur. Yönetsel türdeki karalarda uzlaşı aramak demokrasiyi işlemez hale getirecek bir girişim olurken, yasama türündeki kararlarda uzlaşıyı dikkate almak demokrasinin pekişmesine ve farklı toplum kesimlerinin demokrasiyi benimsemesine ve içselleştirmesine hizmet eder.
İkinci olarak altı çizilmesi gereken husus, uzlaşıdan ne anlaşılması gerektiği meselesidir. Eğer uzlaşıyı ülkedeki bütün siyasî aktörlerin her konu hakkında aynı fikirde olması şeklinde anlayacaksak eğer, neredeyse hiç erişilemeyecek “ideal” bir durumdan söz ediyoruz demektir. Bu takdirde uzlaşı söylemi ucuz bir demagoji malzemesinden öteye bir anlam ifade etmez.
Bu yüzden, uzlaşıyı bütün siyasî aktörlerin değil, mümkün olduğunca çoğunun ve/veya konuya göre temsil gücü en yüksek olanların ortak bir karara varması şeklinde anlamak daha yerindedir. Demokratik bir toplumsal çerçevede, uzlaşıyı konular değiştikçe farklı sayıda ve farklı aktörün oyuna girip çıktığı bir işleyiş olarak görmek açıklayıcı olabilir.
Yine benzer bir hata, uzlaşı denince siyasî aktörlerin her konuda uzlaşması gerekliliğini varsaymakla yapılır. Oysa bu mümkün ve anlamlı olmayan bir durumdur. İki siyasî aktör belli konularda uzlaşabilir, başka konularda ise uzlaşı masasına oturmaya bile yanaşmayabilirler. Yine de, diğerlerine hiç dokunmadan, uzlaşabilecekleri konuya yoğunlaşıp sadece o meselede ilerleme kaydedebilirler. Ve bu yine de büyük ve önemli bir adım olur.
Aynı şekilde, uzlaşıyı siyasî aktörlerin konu hakkında tamamen aynı fikirde olması şeklinde anlamak da sık yapılan hatalardan biridir. Oysa, uzlaşıya gitme ihtiyacı bir konuda farklı fikirde olanlar ve o konu üzerinden çatışanlar arasında baş gösterir. Bu yanlış anlamlandırma, siyasî aktörleri rakipleriyle aralarındaki fark ortadan kalkmış, onlarla aynı siyasî pozisyona gelmiş gibi görünecekleri endişesiyle uzlaşıya yanaşmaktan da alıkoyabilir.
Dolayısıyla, uzlaşı ile varılan kararı, eğer karar alma tarafların sadece kendilerine bırakılsa idi alacak olduklarından hayli farklı, ancak yine de kabul edilebilir buldukları bir sonuç olarak görmek gerekir. O halde, uzlaşı yöntemiyle alınan karar belli bir süreç sonunda müzakere ile ulaşılan bir sonuçtur. Taraflar konu hakkında hâlâ farklı fikirde olabilirler, ancak devam edebilmek için ve mutabakat sağlanamasa daha fazla kayba uğrayacaklarını varsayarak, oluşturulan ortak karara razı olurlar.
Türkiye’de bu dönemde uzlaşıdan ziyade ayrışmadan ve kutuplaşmadan bahsediyoruz. Ortaklıklarımız yerine farklılıklarımız, mutabık olduğumuz konular yerine ayrı düştüklerimiz sahnede başrolü almış durumda. Yaşanan bu ayrışmanın keskinliği ve sertliği, bazı insanları haklı bir endişeye sevk ediyor.
Lakin, aslında olağan ve sağlıklı da olan bir süreci yaşıyor olabiliriz. Evet, belki farklılıkların öne çıktığı sert bir kutuplaşma yaşıyoruz, ancak bunun sebebi en temel meselede bir mutabakat oluşturmak zorunda kalmış (aslında fırsatını yakalamış) olmamızdır. Eski paradigmanın iflas ettiği, yenisinin henüz kurulmadığı bir dönemdeyiz. Bir bakıma ülkenin temel ortaklık sözleşmesini yapmak gibi büyük ve zorlu bir görevle masada oturuyoruz. Toplantının sert ve zorlayıcı geçmesi gayet beklenir bir durumdur, yeter ki kimse diğerine bardak fırlatmasın veya kapıyı çarpıp çıkmasın.
Ortaklıklara, uzlaşıya ve mutabık olunan konulara gelmeden önce, herkesin kendi farklılığını, tam olarak ne istediğini ve karar ona kalsaydı nasıl bir ülke arzu ettiğini dillendirmesi ve bunun için mücadele etmesi gayet doğaldır. Bu durum ortamı sertleştirmekle birlikte, sahici çatışma alanlarını netleştirerek sağlam ve hakkaniyetli bir uzlaşıya varmamıza hizmet edebilir.
Uzun yıllar maruz kaldığımız içi boşalmış ve bir gölge oyununa dönüşmüş vesayet siyasetinden sonra, şimdilerde demokratik siyaseti pratik ediyoruz. Ve eğer bir uzlaşı kültürümüz gelişecekse, bundan sonra demokratik siyaset pratiği içinde gelişecektir. Demokrasinin olmadığı ve vesayetle yönetilen bir ülke uzlaşı kültürünün doğması ve gelişmesi için yapısal koşullardan mahrum demektir. Bunun yanında, iyimser bir bakışla, uzlaşı için gerekli olan itidal, ılımlılık ve sağduyu gibi meziyetlerin Türkiye toplumunun dokusunda bulunduğunu söyleyebiliriz.
Velhasıl, demokratik uzlaşı kültürümüz zayıf, çünkü sahici demokratik siyaset pratiğimiz çok sınırlı. Toplum olarak uzlaşı konusunda ilk ve en büyük sınavımızı da, birlikte yaşamanın çerçevesini çizecek olan bir sosyal sözleşmeyi demokratik usullerle yapıp yapamayacağımız konusunda verecekmişiz gibi görünüyor.
*Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü