Bu hafta “paket haftası” oldu doğal olarak…
Haftanın son yazısını da pakete ayırıp konuyu -şimdilik- kapatalım.
Bugün, pakette lüzumsuz -ve hatta tehlikeli- gördüğüm iki madde üzerinde duracağım.
Bir tanesi “Yaşam tarzına saygı” başlığı altında yer alıyor pakette. Açılımı işe şöyle: “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce ve kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale edenlere, bunları değiştirmeye zorlayanlara 1 yıldan 3 yıla kadar ceza verilir.”
Diğeri ise, malum, son yılların en moda kavramı olan nefret suçları ile ilgili. Eğer paketin bu maddesi yasalaşırsa, kişinin dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, dini, mezhebi nedeniyle suç işlenirse cezası ağırlaştırılacak.
Önce birinci maddeyi ele alalım:
Bir kimsenin yaşam tarzı tercihlerine cebir, şiddet veya tehdit kullanarak ve hukuka aykırı bir biçimde müdahale etmenin bundan önce cezası yok muydu ki, şimdi yeni bir madde koyuyoruz?
Örneğin, bundan önce bir genç kız mini etek giydi diye tehdide uğradığı zaman, şikayetçi olamıyor muydu? Tehdit edeni cezalandıracak bir madde yok muydu Türk Ceza Kanunu’nda?
Başı örtülü bir kadına başörtüsü yüzünden cebir ve şiddet uygulandığında ya da hakaret edildiğinde yasalar mağduru koruma konusunda çaresiz mi kalıyordu?
Ramazan’da oruç tutmadığı için dayak yiyen bir insanı koruyamıyor muydu yasalarımız?
Elbette ki hayır… Türk Ceza Kanunumuz’da temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin koca bir bölüm var ve yaşam tarzına müdahalenin her türünü kapsamına alıyor.
Hükümetin bu yasadaki amacının belli kesimlerde artık fobi boyutuna gelen “yaşam tarzına müdahale” korkularını yatıştırmak amacı taşıdığının farkındayım. Ama unutmayalım ki, bu maddeler varken yeni bir düzenlemeyle yeni suçlar ihdas etmek sadece yasaların sistematiğini bozmakla kalmaz, aynı zamanda yoruma açık bir alan yaratır ve çözdüğünden daha fazla sorunun kaynağı olabilir.
Modaya uymak
Her şeyde olduğu gibi hukukta da “modalar” oluyor ne yazık ki… Açıkça söylemek gerekirse, ben pakete giren nefret suçları kavramını hükümetin “modaya uyma” kaygısıyla -pek de inanmayarak- getirdiği bir madde olarak görüyorum.
Böylece, “Nefret suçları bir an önce yasalaşsın” diye sabırsızlanan entelektüellerimiz tatmin edilmiş olacak…
Oysa zaten dünyadaki bütün ceza yasalarında kişilere ya da gruplara hakaret etmeyi, ayrımcılık yapmayı, ırkı, rengi, cinsiyeti, dini yüzünden aşağılamayı, insanların dini duygularını rencide etmeyi yasaklayan maddeler var.
Peki ne oluyor bir de nefret yasası olursa? Mağdurun bireysel olarak değil, taşıdığı şu ya da bu kimlik yüzünden maddi ya da manevi saldırıya uğradığı tespit edilirse işin içine nefret suçu giriyor ve ceza ağırlaştırılıyor.
Daha önce de verdiğim bir örneği tekrarlayarak açıklamaya çalışayım:
Bir beyaz bir zenciye saldırdı diyelim; eğer bu saldırının kaynağında o zencinin şahsına duyduğu kızgınlık değil, genel olarak zencilere karşı duyduğu nefretin yattığı tespit edilirse, olay nefret suçuna dönüşüyor ve ceza ağırlaşıyor, hatta bazen ikiye katlanıyor.
Bu ne demektir? Sanık hapishanede geçirdiği sürenin yarısını eylemi yüzünden, yarısını da fikri ya da duygusu yüzünden geçirecek demektir.
İşte alın size dört dörtlük fikir suçu!
İşin en garibi, aydınlarımızın “eski tip” fikir suçları karşısında son derece duyarlı davranırken, bu“yeni tip” fikir suçlarından rahatsız olmaması, hatta bu tip “çağdaş” fikir suçlarının cezalandırılmasını desteklemeyi ilericiliğin bir gereği sayıp sempatiyle bakması…
Hükümet, zamane icadı olan bu yeni “fikir suçu” türünü getirmekle, “siyaseten doğruculuk”akımının başını çektiği yeni taassup dalgasıyla uzlaşmış oluyor ki, ben bunu yanlış buluyorum.
Bugün, 5 Ekim 2013