Ne kolaydır Hollywood filmlerinde; hangisi iyi polis, hangisi kötü polis, şıp diye anlayıverirsin.
Hatta çoğu zaman yönetmen kahramanın kendisine de söyletir “I am the good guy” (İyi adam benim) diye…
Keşke Hanefi Avcı olayı da böyle kolay anlaşılabilir olsaydı.
İddiaların ve karşı iddiaların hepsini sabırla okudum ve karar verdim: Bu iş beni aşıyor!
Hangi tez doğru; yani Hanefi Avcı söz konusu kitabı, telefon görüşmesinin dinlemeye takıldığını öğrendikten sonra ön almak için mi yazdı yoksa bu tutuklama o kitabın intikamı için mi yapıldı; karar veremedim.
Her iki tezde de hiç akla yatkın olmayan noktalar var.
Mesela:
– Otuz yıldır emniyetin en üst kademelerinde bulunmuş, milliyetçi/muhafazakâr kimliğiyle tanınan bir emniyet müdürünün birdenbire “Devrimci Karargah Örgütü” gibi silahlı sol bir örgütün sempatizanına dönüştüğüne; yardım ve yataklık yaptığına çocuklar bile inanmaz.
– Ama öte yandan, hükümetin ya da Gülen Hareketi’nin, tam da Avcı’nın “Bana kıyameti yaşatacaklar” deyip durduğu bir ortamda, onu ve kitabını doğrularcasına “kıyameti yaşatmaya” karar vermesi de ne Gülen Cemaati’nden ne de AK Parti Hükümeti’nden beklenmeyecek kadar aptalca bir girişim. Bu bir rövanş operasyonu ve bir itibarsızlaştırma girişimi ise tam tersi sonuçlar doğuracağını; Hanefi Avcı’yı “sivil dikta”nın son kurbanı bir kahraman haline getireceğini kestirmek zor olmasa gerek.
– Eğer Avcı’nın temel iddiası doğruysa, yani Cemaat’in devlet içindeki örgütlenmesi sızmaları çok aşıp devlet içinde devlet niteliğine büründüyse, kontrol edilemeyecek kadar büyük bir güç haline geldiyse, bundan en başta Cemaat’le herhangi bir ilişkisi olmadığı bilinen Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın, kısacası AK Parti iktidarının rahatsız olması beklenmez mi? Askeri vesayetten kurtulup gerçek iktidar olmaya çalışan AK Parti’nin, Cemaat vesayetini bu kadar kolay kabullenmesi hiç de mantıklı değil.
– Ama öte yandan, Avcı’nın illegal dinlemeleri rapor ettiği dilekçelerini geri çekmesinin istenmesi, Avcı’nın geri çekmeyi reddettiği bu dilekçeler hakkında İçişleri ve Adalet Bakanlığı tarafından sekiz aydır herhangi bir işlem yapılmaması, bu dilekçelerin “uyutulması” da izaha muhtaç bir durum. Son olarak Adalet Bakanı’nın Avcı’nın şikâyetleriyle ilgili soruşturmanın “belli bir noktaya geldiği” açıklaması da doğrusu tatmin edici değil. Aradan geçen sekiz ayda ancak “belli bir noktaya” gelinmesini normal mi karşılamamız gerekiyor?
– Ayrıca, AK Parti iktidarıyla birlikte (geçmiş başarılı hizmetleri ve Susurluk Operasyonu sırasındaki cesur çıkışları da gözönüne alınarak) Organize Suçlar Daire Başkanlığı gibi önemli bir göreve getirilmiş bir ismin, 2005 yılında birdenbire görevden alınıp Edirne Emniyet Müdürlüğü’ne atanması da izaha muhtaç bir durum. Bu “tenzil-i rütbe”nin emniyet çevrelerinde rivayet edildiği gibi Avcı’nın iktidara yakın bazı isimlerle ilgili yolsuzluk iddialarının peşine düşmesiyle ilintili olduğu iddiası da aydınlanmayan bir nokta olarak ortada duruyor.
Tabii bunlar, benim gibi polisiye dosyaları okumakta, devlet içi klik mücadelelerini izlemekte ve akılda tutmakta pek de iyi olmayan birinin aklına takılan sorular. Polis teşkilatını avucunun içi gibi bilen, devletin labirentlerinde verilmekte olan iktidar mücadelelerini gün be gün ve isim isim izleyen uzmanlar kim bilir daha ne çok cevapsız soru bulmuşlardır.
Ama olay ilk patlak verdiğinde de yazdığım gibi, bütün bu cevap bekleyen sorular ve Avcı’nın başına gelenler bir yana, Avcı’nın kitabında öne sürdüğü suçlamalar hâlâ ortada duruyor.
Avcı o kitabı ister ön almak için yazmış olsun, ister terfi edememenin getirdiği hayal kırıklığı ve öfkeyle; iddiaları vahametinden hiçbir şey kaybetmez. Eğer emniyet teşkilatı içinde bir grup komplolara, kumpaslara başvuruyorsa; cadı kazanları kaynatıyor, kendinden gördüklerini kayırırken karşıt cephede gördüklerinin ayağını kaydırıyorsa; sahte belgeler üretiyor, şantaj kasetleri hazırlıyor, yasa dışı dinlemeler yapıyorsa, bizim için asıl mesele budur. Asıl soruşturulması ve aydınlatılması gereken şey budur.
Keşke Emniyet ve Adalet Bakanlığı, bu iddiaların aydınlatılmasına en azından Avcı’nın evlilik dışı ilişkisini ya da Devrimci Karargah Örgütü’yle ilişkisini aydınlatmak için harcadığı gayret kadar gayret harcamış olsaydı.
Bugün, 01.10.2010