Gelin, bir an için bütün bu kampanyanın tuttuğunu varsayalım. Milletin, ufuksuz ve vizyonsuz bir bürokrattan Gandi illüzyonu çıkaran Hürriyet ve Habertürk’e inanıp CHP’ye oy verdiğini varsayalım.
Acaba nasıl bir Türkiye ile karşılaşırız?
***
Öncelikle hayal kurarken bile abartmamakta fayda var. Sonuçta sokaktaki vatandaş Aydın Doğan’dan daha rasyonel ve hiç kuşkusuz daha demokrat olduğu için ve dahası Hürriyet’e inanmasını gerektirecek bir sebep olmadığı için, hiçbir reklam bu haliyle CHP’yi tek başına iktidar yapmaya yetmez. Ama CHP “kayda değer bir oy” aldı diyelim. “Çevre”den gelen devletçi bir partiyle “merkez” adına hükümet kuracak kadar bir oy… (CHP ve MHP’nin daha otoriter; BDP ve SP’nin ise daha “özgürlükçü” bir çizgiden muhalefet ederek Ak Parti’yi tek başına iktidar olacak oydan ettiğini varsayalım). Bu durumda öteden beri hasreti çekilen CHP-MHP Koalisyonu kurulur.
(“İyi de MHP buna ne der?” demeyin. MHP’ye “koalisyon yapılacak, yap!” denecektir ve o da uyacaktır).
***
Bir CHP-MHP Koalisyonu ise bu ülke için, hiç sözü dolaştırmaya gerek yok, felaket olur.
Böyle bir hükümet, Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en başarısız hükümeti olan DSP-MHP Koalisyonu’ndan çok, 1990’ların DYP-SHP Koalisyonu’na benzeyecektir. O zaman Özal Hükümetinin hatalarına kızanlar veya sahip olduklarıyla yetinmeyenler, şeytana uyup, çalışmadan emekli, kısa yoldan ev ve araba sahibi olmak istemiş, “o ne veriyorsa ben 500 lira fazlasını veriyorum” ahlaksız teklifine kapılıp Demirel’e oy vermiş ve sonra elinde-avucundakinden de olmuşlardı. Sonuç tam bir yıkım olmuştu. Ekonomi çökmüş, faili meçhullerin, yargısız infazların, köy yakmaların, işkencenin damgasını vurduğu gerçek bir yıkım yaşamış ve bölünmenin koşulları devlet tarafından oluşturulmuştu.
***
Ama senaryoya devam edelim.
Halk unuttu, imaj tuttu, öyle oldu, böyle oldu, özlenen koalisyon kuruldu diyelim.
Ne olur?
Türkiye 90’ların alacakaranlık kuşağına yeniden girer. Öncelikle Kılıçdaroğlu’nu parlatan medya patronları ile devletçi sermaye, “yatırımlarının karşılığını” alır. Ekonomiye değil siyasete yapılan “yatırım”ın getirisi halkın cebinden çıkar.
(Hatırlayacaksınız, Refah-Yol yıkıldığında hepimiz fakirleşirken onlar zenginleşmişti).
Bugün haklı olarak halinden şikayet eden esnaf, ani ve hızlı bir fakirleşmeyle bugününü de arar hale gelir.
(Hürriyet, “Halkçı Gandi”nin iktidarında halkın nasıl bu kadar fakirleştiğini “dış ekonomik konjonktür”e bağlı olarak açıklayan “haber”ler verir).
Ergenekon’un avukatını yanına alıp daha ilk konuşmasında özel yetkili mahkemeleri kaldırmayı vaat ederek Silivri’ye selam gönderen Kılıçdaroğlu’nun selamı alınır. Bunun ne anlama geldiğini ben yazamam, ama hepiniz anlıyorsunuz. İçişleri Bakanı, danışmanından “bu menfur cinayetin araştırıldığına ve faillerin bulunup yargı önüne çıkarılacağına” ilişkin, bir süredir kullanılmayan matbu metni bulmasını ister.
***
İradi olarak mı mecburiyetten mi tartışır. Ama Ak Parti Hükümeti’nin belki de en büyük başarısı, bugüne kadar kendi halkına operasyon düzenleyip, onları ideoloji, mezhep, soy ve din temelinde bölüp birbirine düşmanlaştıran ve kan üzerine iktidar kuran cuntacıları ifşa etmesi; devletin derin dehlizlerinde yuvalanan çetelerin üstüne gitmesiydi.
Muhtemel bir CHP-MHP Koalisyonunda, bugün bin bir güçlükle ilerleyen derin devleti tasfiye süreci sona erer, bugün canını ortaya koyup devleti temizlemeye çalışan savcısından gazetecisine ve insan hakları aktivistine kadar pek çok kişi hedef haline gelir, katledilir ve katilleri asla bulunmaz.
1990’ların korku filmi kaldığı yerden devam eder. Bugün ürkekçe de olsa ilerleyen demokratikleşme ve açılım süreci sona erer. “Başarıya ulaşmayan her özgürlük hareketi bizi daha geri bir noktaya savurur” kuralı işler ve daha uzun süre hiçbir hükümet “temiz eller” türü bir arınma girişimine kalkışamaz. Zaten öylesine iktidar için icazet de verilmez. Türkiye yine yarı canlı yarı ölü bir Ortadoğu ülkesine döner.
***
Ama neyse ki bütün hesaplar, halkın bu “Gandi dolması”nı yutacağı varsayımına dayanıyor.
Ve halk da o kadar sazan değil…
Star, 25.05.2010