TSK içinde neler olup bittiğini bilmiyoruz. Yapı şeffaf değil, dışarı sızan bilgilerin ne denli sağlam olduğu kuşkulu. Bir ara darbeye hazırlık babında ‘rahatsız’ oldukları haberi uçurulan ‘genç subaylar’ın şimdilerde neler düşündükleri ve yaptıkları muamma. Elimizde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un temasları, konuşmaları ve tavırlarından başka fazlaca bir veri yok.
General Başbuğ da söyledikleri ve yaptıklarıyla oldukça karışık mesajlar veriyor. Bir yandan yargıya intikal eden soruşturmalara yardımcı olduğu, diğer yandan da suçlanan emekli ve muvazzaf subayları koruduğu izlenimi yaratıyor. Genelkurmay Başkanı’nın cuntacıları tasfiye etmek üzere adım adım bir strateji mi yürüttüğü, yoksa onlara kol kanat mı gerdiği net değil. Bunun bir nedeni olmalı.
Örnek; ‘AKP ve Gülen’i bitirme planı’ olarak bilinen belge konusunda aldığı tutum. Önce belgeyi inkâr etti, bir ‘kâğıt parçası’ ilan etti. Ardından belgenin orijinali çıkınca da askerî yargı süreci başladı. Belgenin ‘gerçek’, imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğu Genelkurmay tarafından da kabul edildi.
Olan da Başbuğ’un karizmasına oldu. Onca yıllık kariyerden geriye havada salladığı ve ‘bu bir kâğıt parçasından ibarettir’ dediği görüntü kalacak. Ancak anlaşılan o ki Genelkurmay Başkanı ‘ıslak imza’lı belgede ‘aldatılmış’ olmasından gerekli dersi çıkarmamış! Aslını inkâr edip kariyerinin en büyük hatasını yaptığı belgenin ‘uygulamaya konulan versiyonu’ konusunda da fena halde risk alıyor.
Elde sallanıp inkâr edilen, bir komplonun planıydı. Erzincan’da 3. Ordu merkezli faaliyetler ise bu planın uygulaması safhası, savcılık iddianamesine göre. Her nasılsa belgede ‘aldatılan’ Başbuğ’un şu sıralarda da planı yürürlüğe koyduğu iddia edilenler tarafından aldatılıyor olma ihtimali bana tuhaf geliyor. Bir genelkurmay başkanı bu kadar saf olamaz!
Peki o zaman General Başbuğ’un 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in komutasındaki kış tatbikatında ne işi var? Terör örgütü üyeliğinden bir numaralı sanık olan bir kişiyle aynı karede görülmek, birlikte fotoğraf vermek anlaşılır bir durum değil. Böyle bir görüntünün Başbuğ’u yeniden sıkıntıya sokma potansiyeli barındırdığı açık. Öncelikle, hakkında çok ciddi suçlamalar bulunan bir kişinin General Başbuğ tarafından korunduğu görüntüsü sorundur. Ayrıca, bu ‘koruma görüntüsü’ mahkemeler üzerine psikolojik bir baskı anlamına gelir.
Peki neden? Genelkurmay Başkanı’nın başka seçeneği yok mu? Yoksa, TSK bünyesinde 3. Ordu benzeri hazırlıklar ve operasyonlar içinde bulunan harekete geçmiş, kontrolsüz yapılar mı mevcut?
Bu soruların üzerine gitmek şart. General Başbuğ’un net olmayan duruşu ile böyle bir ihtimal arasında bağlantı olabilir. Bence ordu sakin, durulmuş ve kontrol altında değil. ‘Üçlü zirve’de çıkan ‘sonuç’ bu kontrolsüz durumu daha da azdırmış olabilir.
Kanaatim, ordunun son yıllarda yönetilemez hale geldiğidir. Son sekiz on yılda ‘cumhuriyetin en karanlık dönemindeyiz’ söylemiyle sadece toplumun bazı kesimleri tahrik edilmedi. Ordu da alarme edildi, cuntalaşmanın gerekçesi hazırlandı. Sökün eden darbe planları bu halet-i ruhiyenin somutlaşmış haliydi. ‘Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır’ sözü ordu içinde de mevzi kazandı. Ülkenin satıldığı, ılımlı İslam projesinin uygulandığı, laikliğin deforme edildiği inancı orduyu da derinden etkiledi.
Bütün bu ideolojik ve psikolojik ‘bindirmelerin’ bir anda buharlaştığı sanılmamalı. Tabii ki ordu içinde de cuntacılığa yeter diyen, demokrasi ve hukuka inanmış kesimler var. Üstelik son dönem ortaya dökülen kriminal belgeler bunları güçlendiriyor da. Ama ordunun büyük kesiminin hâlâ AK Parti’yi, Kürtleri, liberalleri, demokratları, dindarları ‘tehdit’ olarak görmediklerini söylemek zor.
Gerçekçi olalım. Tehdit hâlâ geçmedi… 1. Ordu’nun başında kim var, 3. Ordu’nun başında kim?
Zaman, 05.03.2010