Rütbesizlerin çaycılık, garsonluk yaptığı, rütbelilerin ise topluma ve siyasete ayar vermeye çalıştığı bir ordu istenmiyor artık. Hâlâ anlaşılamadı mı bu?
Bir ülkenin güvenliği için en vazgeçilmez kurumu olan ordusu, üzerine vazife olmayan konularda aldığı tutumla istikrarsızlaştırıcı bir rol oynuyorsa ortada yanlış giden bir şeyler var demektir.
Kafası estiğinde darbe yapan bir ordudan, cumhuriyet resepsiyonlarına katılan mensuplarına ‘başörtülüleri gördüğünüzde resepsiyondan sessizce ayrılın’ genelgesi gönderen bir orduya ulaşmak gelişme bile sayılabilir. Kapıda barikat kurup başörtülüleri sokmayın talimatı da verebilirlerdi yani! Ama doğrusu, savunma hazırlıklarını mükemmelleştirecek çalışmalarla meşgul olmak yerine halkın başörtüsüyle uğraşan bir ordunun hâlâ gerçek işini, işlevini, vazifesini anlamadığı kanısındayım.
Bunun kolay olmadığını da biliyorum. Darbe yapıp başbakan asan, yaptığı anayasalarla memleketi istediği gibi yıllarca yöneten, medyaya, topluma ve siyasete istediği gibi ayar veren ordu mensuplarından, bugün, ‘normal’ bir Türkiye’ye ayak uydurmalarını bekliyoruz. Sivillerin kontrolünde, şeffaf, yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı hesap vermesi gereken bir kurum olmalarını istiyoruz. Bunu anlayan birçok ordu mensubu var; ama siyasetsiz, siyasal güçsüz ve imtiyazsız yaşayamayacağını düşünenler de… Hangi tutum daha modern dersiniz? Taa Yeniçerilerden kalan iktidar ve imtiyaz arayışları mı, yoksa eğitim, teçhizat ve taktik çalışmalarla gerektiğinde bu ülkenin savunmasını en iyi şekilde yapmak için hazırlıklı olmak mı?
Askerin sadece kendi işini yaptığı ve bunu iyi yaptığı bir Türkiye’yi düşünüyorum da, her şey çok farklı olurdu herhalde. Darbelerin olmadığı ve darbe anayasalarıyla darbe rejimlerinin sürekli kılınmadığı bir Türkiye’nin demokrasisi, ekonomisi, halkının refahı ve güvenliği bugünden çok ilerde olurdu kuşkusuz. Ne için engellendi daha iyi bir Türkiye? Üç beş asker daha iyi, daha müreffeh, imtiyazlar içinde yaşasın diye; darbeci komutanlar cumhurbaşkanı, cunta mensubu binbaşılar, yarbaylar ‘tabii senatör’ olsun diye…
Bu ülke darbelerle yıkılan, askerin muhtırası, andıcı ve demeçleriyle sarsılan demokratik istikrarını pekiştirmekle meşgul. Her askerî müdahaleyle siyasetin doğası bozuldu, ekonomi yağmalandı. Kurgulanan yarı-askerî siyasal ve toplumsal düzen de toplumun dokusuna ters geldi, sonunda siyaseten tasfiye edildi.
Ama hâlâ bu işin sırrını çözemeyen komutanlar var. Siyasete ve topluma tahakküm edici, olmadı tepeden bakan tutumlarını değiştirmiyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın eşinin kıyafeti komutanları neden ilgilendirir? Üzerlerine vazife olmadığı gibi, hadleri değil. Tamam; özgürlük, tercih hakkı, eşitlik, farklılığa saygı gibi kavramlara yabancılar diyelim, peki yerli yersiz ağızlarından düşürmedikleri ‘devlet terbiyesi’ne ne oldu? ‘Başkomutan’larının davetine kulak asmayıp alternatif davet düzenlemek ‘devlet terbiyesi’ne uyar mı?
Gazeteler bu konuda yazarıyor, insanlar konuşuyor. Haydi bunları anladık; ama komutanlar bir araya gelip kurumu da bağlayacak şekilde bir ‘protesto’ ortaya koyuyorlarsa iş farklılaşır. Devletin geleneğinde bunun bir yaptırımı olmalı. Gelecek cumhuriyet resepsiyonuna komutanları davet etmemek bence en nazik uyarı olur.
Başörtüsünü komuta kademesi dahil bazı kesimlerin bir takıntı haline getirdikleri ortada. Başörtüsü üzerinden siyasete müdahale etmekten vazgeçemiyorlar. Sebepsiz de değil bu. Başörtüsü bir sembol; takanların değil karşı çıkanların sembolü. Bu sembolle korku yaymak ve tedirginlik yaratmaktan başka ne bir fikirleri ne bir programları ve stratejileri var.
Başörtüsü, laikçi-Kemalistlerin halk üzerinde kurdukları tahakkümün sembolü. Onun serbestleşmesi tahakkümün de sona ermesi demek. Direniş bundan. Başörtüsüne karşı direnerek hâlâ iktidar olduklarını, topluma hâlâ bir şeyleri dayatabildiklerini görmeye ve göstermeye çalışıyorlar.
Ancak bütün bunlar beyhude; özgürlük ve eşitlik fikirlerini asla alt edemezsiniz. Ayrıca, kendi halkına karşı savaşan bir ordunun kazandığı da hiç görülmemiştir.
Zaman, 02.11.2010