Yargı kararları devleti bağlamıyor mu?
Türkiye’de sosyal güvenliğe ilişkin yürürlükte olan mevzuat da bu mevzuata dayalı kurum uygulamaları da her zaman problemli olageldi. Sosyal güvenlik alanında doğru dürüst genel bir düzenleme 1961 Anayasa’sı ile mümkün olabildi. Uzun süre yürürlükte kalan ve pek çok kez değişikliğe uğrayan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun yürürlük tarihi ise 01.03.1965’tir. Bu alanda genel ve yeni bir düzenleme ise kademeli olarak yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel sağlık Sigortası Kanunu ile 2006 yılında yapıldı. İş Mahkemeleri’nde görülmekte olan dava konularına ilişkin istatistiki bir çalışma yapılsa görülecektir ki; davaların birçoğunda devlet ya davalıdır ya davacıdır. Bu davaların sonunda ne kadar, ne oranda kamu otoritesi haklı çıkmaktadır, diğer bir ifade ile örneğin bir yıl içerisinde ne kadar dava, devletin lehine sonuçlanmaktadır çok net bilgi sahibi değiliz. Bu konularda kamuoyunu bilgilendiren açıklamalara ilgili devlet politikası gereği hiç alışık olmadığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Son yıllarda dava konusu ihtilafların mahkeme aşamasına gelmeden SGK tarafından çözülmesi için önemli değişlikler yapıldığını ve önemli aşamalar kaydedildiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Sosyal güvenlik konusu açıldığında üzerinde en çok durulan hususlardan birisi aktüeryal dengelerdir. Kısaca ve kabaca sosyal güvenlik kurumunun aktif sigortalılardan topladığı pirimler yolu ile elde ettiği gelirler ile yine kurumun aylık (ölüm, maluliyet, dul ve yetim, yaşlılık aylığı) bağlama yolu ile yaptığı giderler arasındaki mali denge. Bizim ülkemizde bu dengenin özellikle geçmişte uygulanan popülist, kısa vadeli siyasi çıkar hesabına dayalı haksız uygulamalar nedeni ile epeyce şaştığı söylenebilir. İşte bu aktüeryal dengenin yeniden öngörülebilir, sürdürülebilir bir seviyeye çekilmesi ve sosyal güvenlik sistemin finans açığının giderilmesi için son dönemde devlet birçok tedbir aldı. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, sigortalılardan toplanan pirim miktarlarının artırılması, sağlık güvencesi nedeni ile yapılan harcamaların özellikle ilaç sektöründe kontrol ve denetiminin sıklaştırılması, kayıt dışı sigortasız çalışmanın önlenmesi, bu tedbirler arsında sayılabilir. Sosyal güvenlik sisteminin finansal açıdan güçlendirilmesi amacıyla yapıldığını düşündüğüm bir yasal düzenlemeden ve bu düzenlemenin devletin sosyal güvenlik politikalarında har vurup harman savurma ile hukuka aykırı tedbirler alma açısından ifrat tefrit savrulmasını hatırlatan sakıncalarından bahsetmek istiyorum.
‘’Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir.’’ Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.5510 sayılı Yasa’nın 56. Maddesi son fıkrası amir hükmü bu şekilde. Bu ne anlama geliyor? Özetle eşinizden kesinleşmiş mahkeme kararı ile boşanmış olsanız dahi devlet sizin fiilen birlikte yaşadığınızı tespit ederse, vefaat eden anne veya babalarınızdan aldığınız aylıkları kesebiliyor ve o güne kadar ödenen aylıkların toplamını yasal faizi ile birlikte sizden geri talep edebiliyor. Bu tespit nasıl mı oluyor? SGK memurları aldıkları ihbar ve şikayet sonrasında ilgili kişinin mahallesinde, oturduğu yerde gidip bizzat araştırma yapıyor. Komşular dinleniyor, muhtara soruluyor ve bir rapor tanzim ediliyor bu rapor sonrasında ilgili kişinin aldığı aylık iptal edilerek, ödenen toplam meblağ yasal faizi ile birlikte hak sahibinden geri isteniyor. Ödemeyenler aleyhine iş mahkemelerinde SGK’nın davacısı olduğu davalar açılıyor.
Evrensel hukuk kuralları ve demokratik ilkeler açısından neresinden tutsanız elinizde kalacak bu yasa hükmü, hemen peşinen söyleyelim son dönemde aldığı özgürlükçü kararlarla umut vaad eden Anayasa Mahkememizce Anayasa’ya uygun bulundu ve bu yasa hükmünün iptal için yapılan başvurular red edildi. (İki üyenin karşı oy yazısı ile) http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/12/20111215-27.htm
Yasa hükmünü yorumlamaya çalışan bir hukukçuyu geçtim, hukuk nosyonu taşımayan ve bahsedilen yasa hükmünün gadrine uğrayan normal, sıradan herhangi bir vatandaşın dahi çarnaçar aklına şu sorular gelmektedir. ‘’Fiili olarak birlikte yaşamak ne demektir? İki insanın fiili olarak birlikte yaşadığını devlet nasıl tespit eder? Devlet vatandaşının kiminle ne tür ilişkisi olduğunu konuyla komşuyla dedi kodu ederek öğrenmeye çalışabilir mi? Muvazaalı boşanmadan bahsediliyor oysa ki muvazaa bir sözleşme halinde mevcut olabilir. Yetkili görevli bir adli merci tarafından verilmiş mahkeme kararları için muvazaa söz konusu olamaz. Velev ki taraflar sırf devletten aylık almak için boşanmış olsunlar, bu durumda bile yasa hükmü hukuken meşru bir hale gelmez. İnsanların birbirlerine karşı hissettikleri duygular, mahrem hayatlar, harici araştırmalarla tespit edilemez. Tarafların iradesi boşanma yönünde tecelli ettikten sonra devlet niyet ve saik araştırması yapamaz. Kişilerin boşanma sonucu elde edeceği sosyal haklar hukuki bir sonuca bağlanmıştır, niyet ve saiklerine değil.
İlgili Yargıtay kararlarında ‘’hak sahibine eylemli birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı halinde tekrar gelir/aylık bağlanacağı’’ belirtiliyor. Yasanın uygulamasına ilişkin önemli bir açılım getiren söz konusu Yargıtay kararına karşı su soruları sormak da bizim en doğal hakkımız olsa gerek. ‘’Fiili birlikteliği ne zaman başladığını ne zaman sona erdiğini vatandaş devlete nasıl ispat edecek?’’ İki insan boşanmışsa yani aralarındaki hukuki bağ sona ermişse, bu hukuki bağı sağladığı haklardan taraflar kendi iradeleri ile vazgeçmişse, anneden, babadan alınan ölüm aylıklarının fiili birlikte yaşamama gibi bir şarta bağlanmasının nasıl bir hukuki izahı olabilir.’’ ‘’Müşterek çocukları bulunan eski eşler birlikte aynı çatı altında zaman geçiremez mi?’’ Mesela birlikte tatile çıkamaz mı? Her görüşme öncesinde biz müşterek çocuğumuzun gelişimi açısından sadece ailevi ve sosyal bir ilişki kurmak için şu gün, şu saate, şurada, şu kadar süre görüşeceğiz şeklinde ilgili kuruma bildirimde bulunmak zorunda mı? Her görüşmelerinde acaba işgüzar, kötü niyetli bir komşu bizi mi gözetliyor, bizi devlete ihbar mı edecek tedirginliğini yaşamak durumunda mı?
Bu yasa hükmü sonrasında aylıkları kesilen, alıp harcadıkları aylıkları topluca üstelik yasal faizi ile birlikte kendilerinden talep edilen ve mağdur duruma düşürülen birçok vatandaş şimdi İş Mahkemelerinde eski eşiyle fiili birlikteliğinin bulunmadığını kanıtlamaya çalışmakta, –nasıl kanıtlanacağını inanın ben de bilmiyorum- çile doldurmakta. 21. yy’da temel hak ve özgürlüklerin bu kadar geliştiği ve güçlendiği bir dönemde, bu yasa hükmüne istinaden yapılan uygulamalar, hukuk devleti ve gelişmiş bir demokrasi olma yolunda son yıllarda önemli mesafeler kateden, yüzakı ilerlemeler sağlayan, Anayasa’nın 90. maddesi ile uluslararası antlaşmaları kendi yasalarının dahi üstünde kabul eden bu ülkeye yakışmıyor.