Doğulu toplumlar hakkında var olan kalıplar 2011 yılının henüz başında büyük yıkıma uğradı. Rehavet içindeki donuk Arap halkları Batı destekli diktatörlere karşı ayaklandılar. Tunus’ta yönetim değişti. Mısır’da ise hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Artık kolay kolay kimse “Doğulu toplumlar…” diye söze başlayamayacak. Oryantalizmin sonu geldi.
Tunus’ta kendini yakarak olayları fitilleyen kişi yozlaşmış yönetimlere doğrudan eleştiri getirmek için bunu yapmadı. Kendi ekonomik durumunun aczinden bunu yaptı. Ama aklı başında her Arap biliyor ki Arap toplumlarındaki yoksulluğun temelinde otokratik dolayısıyla yozlaşmış yönetimler yatıyor. Yalnızca petrol tarlalarına sahip olanlar müstesna.
Artık yeter dedirten neydi peki? Bir Tunuslunun kendini yakması ve Tunus yönetiminin alaşağı edilmesi domino etkisi yaratmaz diyenler bilmiyorlar mıydı ki en etkili ideolojik silahlar somut olaylardır. “Tunus’ta oldu, biz de yaparız” sözünün yüzlerce kitap, binlerce makaleden daha etkili bir propaganda aracı olduğu nasıl olur da gözden kaçar? Batılı liderlerin otokratları övücü açıklamaları toplumun içinde bulunduğu şartlara karşı nasıl olur da gözümüze bir perde indirir?
Teknolojinin etkisi yadsınamaz. Tüm dünyada internet ve cep telefonu sayesinde mikro örgütlenmeler güçlü birer aktör haline geliyor. Devlet organizasyonu ve hiyerarşisi dışında da insanlar örgütlenebiliyorlar artık. Ama tüm olayları bir “teknoloji devrimi” gibi göstermek oradaki halkın bıkkınlığına ve cesaretine bir başka perde örtmek değil mi? 1989’da Doğu Avrupa’daki totaliter rejimler tek tek yıkılırken ne internet vardı ne de cep telefonu! Ya 1830 ve 1848’de? Bunun dışında devrim ile ilgili El Cezire ön plana çıkıyor ve iddialı yorumlarda buna El Cezire devrimi diyorlar. Ancak El Cezire’nin kuruluş amaçlarından birisi zaten Arap dünyasındaki demokrasi eksikliği idi. El Cezire bağımsız haber alamayan Arap dünyasının nefesi oldu. Yani El Cezire bir neden değil bir sonuç. Mısır devrimine El Cezire devrimi demek haksızlık değil mi?
Batılılar Mısır’daki ayaklanma ile ilgilenmiyorlar. En büyük dertleri Mısır’ın ekseninin kaymaması. Amerikalılar için İsrail’in güvenliği Mısır halkının özgürlüğünden çok daha önemli. Açık şekilde diktatörlerin desteklenmesi Batılı entelektüelleri çok da huzursuz eden bir konu değil üstelik. Yalnız şimdilerde Amerikan sağında “otoriter rejimler İslamcıları güçlendiriyor” tezi öne çıktıkça halkların özgürleşmesi ile ilgilenecekler gibi gözüküyor.
Ayaklanmalar İslami renkte olsaydı Batılıların işi çok kolaylaşırdı. Kolayca oryantalist dosyalardan kalıplaşmış lafları çıkartıp atıp tutabileceklerdi. Ancak sürpriz şekilde insanlar hangi görüşte olursa olsun haklarını aramak için sokağa döküldüklerinde söyleyecek pek sözleri kalmadı. Muhalefetin yasak olduğu Arap toplumlarında İslamcılar toplumun en alt katmanlarına kadar doğrudan ve dikey ilişki kurabilme yetenekleri sayesinde öne çıkıyor. Devamlı İslamcı korkusu pompalayarak demokratik hakları törpüleyen otokratlar ve destekçisi Batılılar oryantalist dosyayı bu sefer yanlışlarını düzeltmek için dolaptan indirmeliler.
Türk oryantalistler ise Batılı muadillerinden çok çok daha hızlı bir şekilde “domino etkisi”ni reddedip yine aynı hızda yanıldıklarını yazdılar. Laikliğin Türkiye’de demokratik talepleri bastırma ve oligarşik sistemin devamını sağlama misyonunun herhalde Arap dünyasında da öneminin farkında olacaklar ki Mısır halkının refahından çok “Mısır İran olur mu?” gibi sorularla uğraştılar. Muhalefette kalmaktan yorgun düşmüş bazı Kemalistler de Mısır Devrimi ile Cumhuriyet mitinglerini karşılaştırma ve mevcut hükümetin benzer şekilde alaşağı edilmesini tartışma cürretini gösterdiler. Görmek istemedikleri ise Arap ülkelerinin Atatürklerinin yıkılıyor olduğu ve ayaklanan halkların baskın biçimde Tayyip Erdoğan destekçisi olduğu gerçeği idi.
Türkiye’nin resmi tavrı çok geç geldi. Diplomatik nezaket kaygısı mı yoksa durum netleşsin kaygısı mı bilinmez ama çok geç gelen ve oldukça da çekingen ve dikkatli bir dil kullanan Başbakan tepkisi dış desteğe aç Mısır toplumuna ve diğer ayaklanan toplumlara ilaç gibi geldi. Türkiye eğer değerler üzerinden dış politika yapmayacaksa kendi ayağına kurşun sıkacak demektir çünkü Türkiye’nin en büyük gücü değerleridir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise konu hakkında oldukça sessiz ve gelişen durumu okuyamıyor gibi görünüyor. Ortadoğu politikasını yalnızca İsrail karşıtlığı üzerinden değil oradaki gelişen toplumsal dinamikler tarafından okumama konusunda hem Davutoğlu hem de Dışişleri ısrarcı davranıyor. Demokratik geleneğin yerleşmemesi ve demokratik bilincin zayıf olması ülkemizdeki muhafazakarların kendi hayat hikayelerine benzer olaylarda bile pozisyon almasını maalesef güçleştiriyor.
Demokratikleşen Arap toplumlarında demokratik ve anayasal sürecin raydan çıkmaması halinde ekonomisi büyüyen, demokratik standartları yükselen, devlet değil halk merkezli bir yapı kurulacak. Toplum içindeki tartışmalarda hem mini eteklilerin hem de türbanlıların sayısının arttığı konuşulacak. Nasıl olur demeyin. Herkes kendi açısından baktığı için böyle algılanacak. İslamcı örgütlerin katı disiplini bozulacak. Yabancı sermaye akışı hukuki altyapıya paralel hızlanacak. Belli çıkar gruplarının elindeki kamu kuruluşları özelleştirilip ülkenin ekonomik verimliliği artırılacak. Dış politikada bağımsız tutum takınılırken Batının kuklası olunmayacak.
Demokratikleşen Arap toplumlarının işi kolay değil. Zira kendilerine destek olan aktör sayısı çok az. Karşılaştırmak gerekirse demokratikleşen Doğu Avrupa ülkelerinde hem bunu isteyen bir blok vardı hem de hem mali hem de diplomatik yardım gelmişti. Arap toplumları ise yalnız. Ne Batı ne de diğer Arap yönetimleri Mübarek sevgisinden vazgeçmiyor. Arap devrimlerinin sonunda çoğunlukla olduğu gibi haklı olan mı kazanacak yoksa tersi mi olacak bunu çok uzak olmayan bir zamanda göreceğiz.
Liberal Çalışma Grubu