Son günlerde kamuoyuna yansıyan yolsuzluk haberleri, özellikle bazı CHP’li belediyelerdeki şaibeli harcamalar ve akraba kayırmaları üzerinden geniş yankı uyandırdı. Ancak unutulmaması gereken şudur: Bu mesele yalnızca CHP’ye ya da belirli bir partiye özgü değildir. Bu, Türkiye’de uzun yıllardır kronikleşmiş bir yönetim hastalığının bir başka belirtisidir. Ak Parti’den MHP’ye, HDP’den İYİ Parti’ye kadar birçok belediyede geçmişte aynı sorunlar görüldü; kimi başkanlar zimmet, rüşvet ve usulsüz ihalelerle gündeme geldi.
Demek ki mesele, partiler üstü bir ahlâkî ve yapısal bozulmadır. Burada sorunun çözümü için iki ilkeye sahip olmak gerekiyor. Bunlar, iktidarın sınırlanması ve şeffaflık ilkesidir. Çünkü gücün yozlaştırıcı etkisi, hangi görüşten olursa olsun insanları ahlâkî rotasından saptırabiliyor. Bu yüzden sağlam bir hukuk devleti, bağımsız denetim mekanizmaları ve hesap verebilir bir kamu yönetimi olmadan; ister solcu ister sağcı olsun hiçbir siyasetçi ahlâktan söz edemez. Ahlâkı yalnızca muhalefetteyken savunup, iktidara gelince susmak; ya da kendi partisinin yolsuzluğunu görmezden gelip ötekini linç etmek, Türkiye’yi ahlâkî çöküşten kurtarmaz. Gerçek ahlâk, kendi yakınını da eleştirebilme erdemidir. Kimi CHP’li belediye başkanlarının kamu kaynaklarını şeffaflıkla değil, “bizden olanlara” peşkeş çekmesi ne kadar utanç vericiyse; yıllarca “bizim mahalle” diyerek milyonlarca liralık vurgunu hasıraltı eden diğer partilerin tavrı da aynı ölçüde çürüktür.
Burada asıl sorulması gereken soru şudur: Siyaseti neden ahlâkın dışına itiyoruz? Neden dürüst ve liyakatli birinin siyasi partilerde yükselmesi neredeyse imkânsız hale geliyor? Çünkü sistem, sadakati liyakatin önüne koyuyor. Çünkü rant, hizmetin yerini almış durumda. Çünkü siyasî rekabetin yerini örgüt içi klik savaşları almış. Gerçekten bir değişim istiyorsak, “kim çaldı” tartışmasını bir kenara bırakıp, “niye çalabiliyor” sorusunu sormalıyız.
Türkiye’nin ihtiyacı, sadece yeni yüzler değil; ahlâkî temele oturan, denetimi güçlü, şeffaf bir yerel yönetim modelidir. Bu modelin temelini ise iki ana ayak oluşturmalıdır: Bireyin hakları ve iktidarın sınırları. Siyaset, ahlâkî sorumluluğun en yüksek biçimidir. Eğer yönetenler bunu unutmuşsa, hatırlatmak da halkın görevidir. Partiler üstü bir ahlâkî seferberliğe bu toprakların her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

