Günlerdir üzerinde tartışılan bildiriye imzacıları ve destekçileri “barış bildirisi” adını veriyor. Bazı medya organları ve yorumcular da bu adlandırmayı kabulleniyor ve kullanıyor.
Bildiri gerçekten bir barış bildirisi miydi? Barışa çağrı mıydı?
Barış itibarı yüksek bir kelime. Kullanana çoğu zaman saygınlık kazandırıyor. Bu bakımdan insan hakları, özgürlük ve demokrasiye çok benzemekte. Herkes tarafından kendi maksadı için kullanılabilmekte. Başka amaçları veya değerleri perdelemeye de hizmet edebilmekte.
Birisi barış istiyorum dediği zaman onun gerçekten barış istediğini düşünmeye meylederiz. Ancak, fikir ve siyaset tarihi barış kelimesinin her zaman ve herkes tarafından olağan anlamında kullanılmadığını ve barış talep ediyorum diyenlerin daima barış istemediğini gösteriyor. En kötü durumda barış kelimesi savaş taraftarlığını, tahakküm kurma talebini veya fiilî tahakkümü örtmek için kullanılıyor. Bu yüzden, barış istiyorum dendiğinde ne kast edildiğini anlamak için hem sözcüğün kullanılma bağlamına hem de kullananların ideolojik pozisyonuna bakmak lâzım.
Barış şiddetin yokluğu anlamına gelmekte. Barış negatif bir değer. Bir yerde beşerî aktörler arasında şiddet kullanımı yoksa barış vardır. Barıştan söz edebilmek için en az iki tarafın bulunması gerekir. Tek aktörle, tek aktörün davranışıyla barış tesis edilemez. Biri diğerine saldırıyorsa o tarafın saldırısına son vermesiyle veya iki taraf birbiriyle çatışıyorsa ikisinin de bundan vaz geçmesiyle barışa ulaşılır.
Barış kelimesini en çok dejenere ve istismar edenler sosyalistler. Olağan sosyalist jargonda barış sosyalizmin egemen olması anlamına gelir. Herkes sosyalist olur ve böylece tüm çatışmalar ortadan kalkar! Soğuk savaş zamanında komünist blok cephe örgütleri kullanarak demokratik ülkeleri içten etkilemeye çalışırdı. Bu tür örgütlerden biri Türkiye’de de uzantısı olan barış hareketiydi. Bağımsız görünmekle beraber Moskova’nın gösterdiği istikamette faaliyet yürüten bu hareket, meselâ silahlanma yarışında, Batı’yı -bilhassa Almanya’yı- içten frenlemeye çalışırdı.
Soğuk Savaş bitmesine rağmen o dönemin zihin ve siyaset alışkanlıklarının yaşamaya devam ettiğinin son örneği bu metinde yansıdı. Bildiri meşru demokratik siyasî otorite ile bir suç şebekesi arasında ayrım yapmıyor. Her ikisini de eşit meşruiyet seviyesinde görüyor. Hatta PKK’yı daha meşru sayıyor. Çatışan iki aktöre değil tek aktöre çağrıda bulunuyor. Diğer aktörün eylemlerini görmezden geliyor. Önce bir tarafı katliamla, sürgünle suçluyor, sonra aynı aktöre barışı tesis et diyor. Böylece tüm sorumluluğu o aktörün omuzuna yıkıyor. Bildiriyi okuyan bir yabancı ortada hiç sorun yokken güvenlik kuvvetlerinin tankla topla masum vatandaşların arasına daldığını ve önüne geleni öldürdüğünü zanneder. Oysa çatışmalarda tüm teçhizatlarına ve dikkatlerine rağmen çok sayıda güvenlik görevlisinin öldürülmesi karşılarında yoğun şiddet kullanabilecek şekilde eğitilmiş, donatılmış ve mevzilendirilmiş bir gücün olduğunu gösteriyor.
Bu bildiri bir barış bildirisinden ziyade taraflardan birinin -yani demokratik idarenin- diğerine -yani PKK’ya- teslim olması çağrısı. “Yerlileri” anladık, böyle bir bildiriye yabancılar niçin imza attı? Bir kısmı eksik bilgiden dolayı bunu yapmış olabilir. Ancak, Pol Pot katliamlarının destekçisi Chomsky ve Avrupa’da komünist suçların Nazi suçları gibi araştırılmasına ve kınanmasına karşı çıkan Habermas kafasındakilerin desteğinin ana sebebi ideolojik ortaklık olmalı.
Tekrar vurgulamak isterim ki, muhtevasındaki problemlere rağmen bildiriye imza koyanların üniversiteler tarafından idarî soruşturmaya maruz bırakılması ve işten atılması yanlış. Haklarında dava açılması daha da yanlış. Tutuklanmaları ise katmerli yanlış. Bu yollara tevessül etmek yerine bildiriye benim yaptığım gibi eleştiriler yöneltmek ve gerisini toplumun vicdanına bırakmak en doğrusu.
Yeni Yüzyıl, 07.04.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/baris-bildirisi-mi-1913