Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün Suriye’nin kuzeyindeki Kobani’ye saldırmasından sonra, PKK cephesinden Türkiye’ye yönelik çok sert açıklamalar yapıldı. Önce KCK Yürütme Konseyi’nden, “18 aydır sürmekte olan karşılıklı ateşkesin koşullarının ortadan kalktığı” yönünde bir açıklama geldi. “KCK, AKP’nin halkımıza karşı her yerde çok boyutlu yürüttüğü savaşa karşı mücadeleyi her alanda ve her türlü yöntemle yükseltme kararı almıştır” dendi. Ardından KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan, Türkiye’nin Rojava’yı tasfiye etmeyi amaçladığını ve bunun için IŞİD ile işbirliği yaptığını iddia etti. Karayılan’a göre sürecin sonuna gelinmişti: “Bu proje, AKP’nin projesidir. Türkiye üç yıldır Rojava ile uğraşıyor. Amacı Rojava’yı ele geçirip Kürtleri bölmek ve tampon bölge oluşturmaktır. Türkiye bir kez daha Kürtlere ihanet etmiştir. Çözüm Süreci konusunda Türkiye’nin samimi olmadığı ortaya çıkmıştır. Çözüm Süreci anlamını yitirmiştir. Ancak biz Abdullah Öcalan’ın sözünün arkasındayız.” “AKP ile çözüm olmayacağı anlaşıldı” diyen KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık da savaşı başlatabileceklerini duyurdu. Bayık, savaşı asıl hükümetin başlatmak istediğini söylüyor, Çözüm Süreci’nde herhangi bir adım atılmaması ve IŞİD ile işbirliği yapılmasını da bunun bir işareti sayıyordu: “Biz ilan ettiğimiz ateşkese uyduk ama onlar uymadılar. Ve savaşı durdurmamızdan yararlanarak Rojava’da halkımıza karşı savaş başlattılar. Biz onlara süre verdik. Dedik ki Eylül sonuna kadar adım atmazlarsa savaş yeniden başlar.” Kobani, Çözüm Süreci’nin bir parçası Bir nevi tehdit içeren bu açıklamaların üç anlamı var: 1) Kobani, PKK için ideolojik ve stratejik açıdan büyük önem taşıyor. PKK lideri Öcalan’ın ideolojisinin imkânlar dâhilinde hayata geçirildiği bir yer olması ve Suriye Kürdistanı’ndaki diğer iki kantonun arasında yer alması nedeniyle Kobani çok kıymetli. PKK’ya göre Kobani, Türkiye’de yürüyen Çözüm Süreci’nin dışında değil içinde, hatta onun bir parçası. Dolayısıyla Çözüm Süreci, onu salt Türkiye’de olup bitenlerden ibaret ele almayan PKK açısından sınır aşan bir boyuta sahip. Dolayısıyla PKK, Ankara’nın Kobani’ye hassasiyetle yaklaşıp oradaki yönetimle iyi ilişkiler kurmasını istiyor. Diğer yandan bu kadar önem verdiği Kobani’de yaşananlar, PKK’da ciddi bir sarsıntı yarattı. Egemenliği altındaki Kobani’de IŞİD ilerledi ve yüzbinlerce insan bölgeden göç etmek zorunda kaldı. PKK’nın kendisine atfettiği güç ve belirleyiciliğin aslında bir gerçekliğe tekabül etmediği ortaya çıktı. Bu, PKK’nın politik tercihlerinin (mesela Suriye’de Beşşar Esed yönetimi ile ilişkilerinin) de masaya yatırılmasını gerektiriyordu. Ancak PKK bunu yapmadı, payına düşen sorumluluğu üstlenmedi. Bunun yerine faturayı doğrudan Türkiye’ye kesti. Ankara’nın Kobani’de düşmanca bir tutum takındığını ileri sürdü ve bunu Çözüm Süreci’ni bitirme sebebi sayacağını ilan etti. Özetle PKK, Kobani’de sorumluluğu Ankara’nın üzerine yıkmak suretiyle kendi siyasetini tartışılmaz kılmaya, kendi sorumluluğunun üzerini örtmeye çalışıyor. 2) PKK, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Suriye ve Rojava politikasından duyduğu rahatsızlığı dışa vurdu. PKK, Türkiye’nin IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyon içinde yer almasını yeterli görmedi. Türkiye’nin kaplarının IŞİD zulmünden kaçmak zorunda kalan Kürtlere açılmasından tatmin olmadı. PKK’ya göre, Ankara “Rojava Devrimi”ni boğmak istiyor ve bunun için de IŞİD’e destek veriyor. Tepkilerde bu hissiyatı görmek mümkün. 3) Söz konusu açıklamaların bir gayesi, hükümet ile masada oturan Öcalan’ı güçlü kılmaktı. Hatırlanacaktır, bundan önce de PKK yetkilileri birçok kez “sürecin bittiğine” dair ifadeler kullandılar ama her seferinde yola devam edildi. Bu, bir siyaset tarzı. PKK, bazen sokağı hareketlendirerek bazen de yetkililerinin tehditkâr açıklamalarını aracı kılarak tansiyonu yükseltiyor. Böylece hem hükümet üzerinde bir baskı oluşturup onu harekete geçirmeye hem de Öcalan’ın elini güçlendirmeye çalışıyor. Yani PKK, bir yandan hükümeti köşeye sıkıştırmayı, diğer yandan da el yükseltmesi için Öcalan’a uygun bir zemin oluşturmayı hedefliyor. Savaşın PKK’ya kazandıracağı bir şey yok Kimileri birbiri ardına gelen ağır sözleri, Çözüm Süreci’nin bittiğinin bir nişanesi olarak okudular. Bana göre, bu doğru bir okuma değildi. Her şeyden önce süreç artık bu denli kırılgan değil. İki yıla yakın süre, taraflara sorunları aşma becerisi edindirdi ve sürece direnç kazandırdı. Zaten karşılıklı tehditlerle ortamın gerildiği bir dönemde AKP ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyetleri arasında görüşmeler yapıldı; tansiyonu yükselten açıklamaların yerini makul sözler aldı. Bunun da ötesinde, Çözüm Süreci’ni devam ettirecek iki önemli faktörden bahsedilebilir: Birincisi; bizatihi Öcalan’ın kendisi. Ateşkesin bitmesi ve çatışmaların başlamasına Karayılan veya Bayık karar veremezler. Nitekim her ikisi de nihai kararın Öcalan’da olduğunu ve onun kararının kendileri açısından bağlayıcılık taşıdığını bildirdiler. Öcalan’ın ise sürece çok büyük bir anlam yüklediği açık; PKK liderinin, mevcut koşulları ve uzlaşma olanaklarını zorlamadan süreci bitirmesi düşünülemez. İkincisi; bir savaş kararının PKK’ya bu konjonktürde siyasi ve askeri bakımdan bir fayda sağlamayacak olması. Böyle bir karar aldığında PKK, siyasi açıdan içte ve dışta meşru bir aktör olma yönünde aldığı mesafeyi kaybeder, yolun başına döner. Askeri açıdan ise gücünü böler. IŞİD ile verdiği ölüm-kalım savaşının sürdüğü esnada bir de Türkiye’de cephe açmak, PKK’nın gücünü zaafa uğratır. Elbette Öcalan, bunları göz önüne alacak, kendisini devre dışı bıraktıracak ve sürecin taraflarına zarar verecek bir kararın altına imza atmayacaktı. 1 Ekim 2014’te İmralı’ya giden HDP heyeti ile Öcalan arasındaki görüşme öncesi beklentim, Öcalan’ın devletin uyguladığı politikaya ilişkin eleştirilerini dile getirmesi ama bağı koparmayıp aksine sürecin ilerlemesi yönünde irade koymasıydı. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, aynı gün Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmesinin ardından, Çözüm Süreci’nin gerilimlere rağmen devam ettiğini, görüşmelerin oluşan negatif atmosferi pozitife çevirebileceğini dile getirdi. Öcalan ise HDP heyetinin ziyaretinin ertesi günü yaptığı açıklamada, dar kapsamlı görüşmelerden müzakereler geçiş yapıldığını, eylem planı ve yol haritasının hazırlandığını vurguladı; devlet iradesi haline gelen süreçte acilen adımlar atılmasını talep etti. Bununla birlikte Öcalan, Çözüm Süreci’nin Kobani ile beraber ele alınması gerektiğini, devletin Kobani’ye aktif müdahalesinin hayati önem taşıdığını, devlet kurumlarının bu meselede sorumlulukla hareket etmesinin zorunlu olduğunun da altını çizdi. Böylece Çözüm Süreci’ni devam ettirirken aynı zamanda devletten Kobani’nin savunulması için etkin bir pozisyon almasını istedi. Türkiye’nin değişen politikası AKP’nin, PKK ile onun Suriye kolu PYD tarafından eleştirilen, Suriye ve IŞİD politikasında değişim yaşanıyor. Musul Konsolosluğu’nun, IŞİD tarafından rehin tutulan, 49 çalışanının kurtarılması önemli bir dönemeçti. Keza Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler 69. Genel Kurulu vesilesiyle ABD’ye yaptığı ziyaretin ertesinde Türkiye’nin tavrında belirgin bir farklılık oluştu. Erdoğan ilkin, ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı yapılan operasyonları olumlu karşıladıklarını, bu operasyonların devam etmesi gerektiğini, operasyonlara askeri ve siyasi her türlü desteği verebileceklerini açıkladı. Ardından IŞİD’in eli kanlı bir terör örgütü olduğunu, Türkiye’nin en başından beri bu örgüte karşı gerekli her türlü tedbiri aldığını ve bu konuda Ankara’nın tavrının sorgulanamayacağını bildirdi. Erdoğan’a göre, şartlar artık farklıydı, rehineler kurtarılmıştı. Dolayısıyla yeni bir durum söz konusuydu ve Türkiye’nin de değişen koşulları göz önünde bulundurarak yeni bir pozisyon alması gerekiyordu. IŞİD’e karşı mücadelede her ülkenin üzerine düşen görevler olacaktı ve Türkiye de kendi payına düşen görevleri yerine getirmekten imtina etmeyecekti. Bu bağlamda Türkiye’nin koalisyon güçleri içinde yer alması kaçınılmazdı: “Şu anda yapılacak operasyonlar, oluşturulan koalisyon sadece Irak’a yönelik olmaz. Hem Irak hem Suriye’yi hedef almalıdır. Hem Irak ve Suriye’yi hedef alacak böyle bir operasyon ve koalisyonun içerisinde Türkiye olarak zaten dışında kalamayız. Çünkü 1250 kilometre sınırı olan biziz. Ve hedef ülke yine biziz.” Erdoğan’ın bu beyanları, Türkiye’nin IŞİD’e karşı eskisine nazaran daha aktif bir siyaset izleyeceğine delalet ediyor. Ankara bunun için üç konunun üzerinde duruyor: Uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, Suriye toprakları içinde güvenli bir bölge oluşturulması, işbirliği yapılacak olan grupların eğitilmesi ve donatılması. Her üç konuda da Türkiye tek başına inisiyatif alamaz. Bu konularda ortak bir siyasete ihtiyaç var. Ortak siyaset, uluslararası koalisyonun karar almasının yanında IŞİD’e karşı sahada savaşan grupların talep ve hassasiyetlerinin gözetilmesini gerektiriyor. Bunun anlamı, bugün IŞİD’e karşı en etkili direnişi gösteren PYD/PKK hattının da denkleme dâhil edilmesidir. Erdoğan da bir konuşmasında bunu belirtti: “Bütüncül bir plan lazım. Suriye’deki sorunun hesaba katılması lazım. Irak’ı da böyle düşünmek lazım. Hatta bölücü terör örgütünün Suriye kolunun (PYD) da içinde bulunduğu bir çözüm olması lazım.” Türkiye’nin IŞİD’le mücadelede etkin rolünün artıları ve eksileri Türkiye’nin PYD/PKK ile direkt ya da endirekt bir ilişkiye girmesi ve IŞİD tehlikesine karşı aktif bir pozisyon içinde olması, olumlu ve olumsuz birçok sonuç doğurur: Olumsuz olanı bellidir: Türkiye’nin IŞİD’in terör eylemlerine hedef olma ihtimalinin artması. Gerçi bu ihtimal şimdi de vardır ancak doğrudan bir mücadele durumunda çok yükseleceği açıktır. Türkiye, aktif bir siyasete yöneldiğinde, önlemlerini de eşzamanlı olarak artırmalıdır. Olumlu olanlar ise kısaca üç maddede toplanabilir: 1) Son dönemlerde içte ve dışta, Türkiye’nin IŞİD’i desteklediğine dair çok sayıda haber çıktı. Hedef, “Türkiye-IŞİD beraberliği” algısı yaratmaktı. IŞİD ile yapılacak etkin bir mücadele, bu haberlerin etkisini zayıflatır ve oluşturulmaya çalışılan algıya güç kaybettirir. 2) Türkiye ile Batı arasında bir süredir var olan gerilimi düşürür. IŞİD’e karşı Batı ile aynı tepkiyi veren Ankara, muhataplarından kendi menfaatlerine karşı daha anlayışlı davranmalarını isteyebilir, bölgede düzenin inşasında daha çok söz sahibi olabilir. 3) Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyonda etkin bir rol üstlenmesi, Çözüm Süreci’nin risklerini azaltır, ona duyulan güveni yükseltir. “IŞİD ile yeterince mücadele edilmiyor.” diye sürece karşı çıkanların gerekçelerini ellerinden alır, Türkiye’nin bölgedeki bütün Kürt gruplarla birlikte hareket edilebilmesinin önünü açar. Dolayısıyla Çözüm Süreci için tehdit olarak görülen Kobani’deki gelişmeler, fırsata dönüşebilir. Fakat bunun için PKK da siyasetini değiştirmeli. Zira IŞİD’e karşı bir işbirliğinin oluşmasında -Türkiye’nin kadar- PKK’nın izleyeceği siyasetin de belirleyiciliği olacak. PKK’nın Türkiye’deki silahlı faaliyetleri devam ettiği müddetçe, IŞİD’e karşı ortak bir mücadele zemini oluşturulamaz. Türkiye, sürekli olarak kendisini tehdit eden PKK’nın güçlendirilmesi ve silahlandırılmasını istemez. Çünkü o gücün ve silahların yarın kendisine karşı kullanılacağından endişe eder. IŞİD’e karşı Türkiye ile ortak bir noktada buluşmak için PKK da siyasetini gözden geçirmelidir. Durmadan Türkiye’ye silah göstermekten vazgeçmeli, namluların yarın ona yöneltilmeyeceği hususunda Ankara’yı ikna etmelidir. Bugün tüm şartlar, Türkler ve Kürtlerin daha fazla işbirliği yapmalarını, dayanışma içinde bulunmalarını gerekli kılıyor. Marifet, bu basireti gösterebilmelerinde.
Serbestiyet, 05.10.2014