AB çıpasına hala ihtiyacımız var

Başbakan’ın Brüksel’de “sıkı bir azar” işiteceğini, bunun üzerine göstereceği fevri tepki sonucu AB’yle iplerin kopacağını, Türkiye’nin Batı’dan kopup başka mecralara yelken açacağını düşünen (daha doğrusu umut eden) çevreler ciddi bir hayal kırıklığı yaşıyor olmalılar.

Çünkü bunların hiçbiri olmadı. Elbette HSYK tasarısı başta olmak üzere belli endişeleri vardı AB’nin ve bunları dile getirdiler. Ama aynı zamanda siyasi iktidara karşı girişilen kuşatma operasyonunun da farkındaydılar ve dile getirdiler. Sonuçta, her iki tarafın da ipleri koparmaya niyeti olmadığını gösteren; birbirlerinden kolay kolay vazgeçemeyecekleri gerçeğini dikkate alarak yaptıkları ölçülü eleştiriler ve “birlikte çalışmanın sürdürülmesi” hakkında temenniler çıktı ortaya. Ki ben de zaten bunu bekliyor ve umuyordum.

Zira yaşadığımız son kriz, “Yeni Türkiye”yi kurabilmek için AB çıpasına hâlâ ihtiyacımız olduğunu bir kere daha gösterdi bize.
 
“Kendimiz için demokrasi” dedik ama…
 
Türkiye’nin AB üyeliğini savunanlar yıllarca, üyeliğin gerçekleşmesi kadar hatta ondan da önemli olanın, üyelik sürecinin kendisi olduğunu söylediler. Nitekim 2002’den bu yana yaşanan reform süreci de bunu doğruladı. Üyelik hedefiyle önümüze koyulan reform ajandası, son on yılda gerçekleştirilen büyük hamlelerin en önemli itici güçlerinden biri oldu.

Son yıllarda AB’yle ilişkilerde yaşanan durgunluk, yeni fasılların açılmaması, Türkiye kamuoyunun AB heyecanını yitirmesi hatta negatif duyguların ağırlık kazanması, esas olarak bizden değil AB’den kaynaklanan bir durumdu. Daha ileri adımlar atılmaması için gösterilen gerekçelerin zahiri olduğu; asıl sebebin ‘Birlik’in bu büyüklükte Müslüman bir ülkeyi içinde eritemeyeceği korkusu olduğu yönünde güçlü bir kamuoyu algısı oluştu.

Bu ruh hali içinde yaygınlaşan söylemi hep birlikte hatırlayalım: “50 yıldır bizi kapısında bekleten bu kuruluşa girmekte neden ısrar ediyoruz ki?.. Artık ne ekonomik ne de siyasi olarak onlara ihtiyacımız var. Ekonomik olarak biz onlardan daha güçlüyüz. Demokratikleşmeyse, biz zaten kendimiz için demokratikleşiyoruz. AB çıpası olmadan da ilerleyebilecek bir demokrasi bilincine vardık.”

Böyle söyleniyordu…

Ne var ki, yaşadığımız son süreç, durumun tam da böyle olmadığını gösterdi bize.
 
İç dinamiklerin yetmediği nokta
 

Zor zamanlar bir ülkede demokrasinin ne kadar içe sindirildiğinin test edildiği zamanlardır. Her şey güllük gülistanlıkken demokrat olmak nispeten kolaydır. Ama işler sarpa sarmışsa, iktidar büyük bir tehditle karşı karşıya ise, demokratik ilkeler “taşınması zor bir yük, bir ayak bağı”olarak görülmeye başlanabilir. Böyle dönemlerde -hele bir de tabandan “dar geçitten geçerken ilkelerin rafa kaldırılabileceği” noktasında onay geliyorsa- tehlike daha da büyür. Siyasi kültürün dönüşmesinin öyle kolay bir mesele olmadığını; demokrasi kültürü aşağıdan yukarıya (toplumdan devlete) doğru dürüst içe sinmemişse, devletin eski reflekslerine dönmesinin pekâlâ mümkün olabileceğini görürüz.

Sağlam bir demokrasi için “iç dinamiklerin” yetmediği noktadır bu; dış dinamiklerin itelemesine ihtiyacımız olduğu noktadır.

Mesela ben şu anda HSYK konusunda böyle bir noktada bulunduğumuzu düşünüyorum.

İktidar, devlet içindeki organize yapıyla anayasa ve yasalar içinde kalarak mücadelenin yolunu yordamını bulmak zorunda. Ve mevcut HSYK tasarısı böyle bir tasarı değil.

Bunu sadece Türkiye’deki hukukçuların söylemesi yetmiyorsa, AB’nin de aynı uyarıyı yapması iktidar üzerinde ufak da olsa bir etki yaratıyorsa, bu bizim AB çıpasına hâlâ ihtiyacımız olduğunu ve daha epey bir zaman olacağını gösterir.

Bunun pek iç açıcı bir durum olmadığının farkındayım ama ne yapalım ki gerçek bu…

Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et