Salı günü yayımlanan ‘Liberal olmayan demokrasinin açmazları’ başlıklı yazım üzerine Gezi kalkışmasına sempati duyan bazı öğrencilerimden ve arkadaşlarımdan serzenişler aldım. Söyledikleri, özetle, şu: ‘Demokrasiye liberal sıfatının eklenmesi demokratik usullerle iş başına gelmiş de olsa siyasî iktidarın azınlığın korunması için sınırlanmasını gerektiriyorsa, Gezi’ye de bu açıdan bakılabilir. O zaman, hükümetin, çoğunluğu temsil ediyor olmasına dayanarak, bazı azınlık vatandaş gruplarının Gezi’nin park olarak kalması taleplerine karşı çıkmaması lâzım. Gezi’ye kışla inşa edilmesi, azınlığın taleplerinin çiğnenmesi anlamına gelir. Oysa, demokratik iktidarlar kapsayıcı olmalı ve tüm vatandaş taleplerini dikkate almalı, yerine getirmeli’.
Çok güzel ve etkileyici bir söylem teşkil etmesine rağmen, bu yaklaşım yanlışlar ve çelişkilerle dolu. Vurguyu da yanlış yere yapıyor. Liberal demokrasi elbette azınlıkların korunmasına özel önem verir. Ancak, bu koruma, azınlıkların talepleri üzerinden olmaktan ziyade, azınlıkların hakları (insan hakları) üzerinden gerçekleştirilebilir. Taleplerle hakların çakıştığı yerde zaten bir problem yok. Ne var ki bu her zaman vuku bulmayabilir ve bulmadığında her talep otomatikman karşılanmayı veya meşru ve âdil bir korumayı hak etmez. Sonuçta, bazı taleplerin karşılanmaması veya karşılanamaması kaçınılmaz olur.
Azınlıkların korunması, tek bir insanın korunması noktasına kadar ilerleyebilir, çünkü, teorik olarak, en küçük azınlık tekil bireydir. Bu yüzden, azınlıkların korunmasının en meşru ve âdil yolu, bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasıdır. Seçimle gelmiş de olsalar, siyasî iktidarları sınırlayan ana felsefe ve ahlâkî araç insan haklarıdır. Önlük vakasında, insan hakları hem araç hem amaçtır.
Okulda önlük giyip giymeyeceği öğrenciye – velisine ait olması gereken bir karardır. Bir negatif özgürlük meselesidir. Bütün okul önlük giyse, bir tek öğrenci buna dirense, tüm okulun o kişiye zorla önlük giydirme yetkisi yoktur, çünkü bu bir insan hakkı ihlâli anlamına gelir. Buna karşılık, Gezi’de tartışılan bir insan hakkı meselesi değildir, sadece, mekânla ilgili bir taleptir. Karşılanması talep sahiplerini elbette mutlu eder ama karşılanmaması onları haklarının ihlâl edilmiş olması durumuna düşürmez.
Durumu daha iyi anlamak için bazı soyutlamalar yapmakta fayda var; zira bu bir AK Parti iktidarı, Tayyip Erdoğan meselesi değil, bir ilke ve yöntem meselesidir. İnsan haklarında bir kıtlık vakıası yaşanmaz, haklar sonsuz miktardadır, birinin haklarını kullanması başka birinin haklarının azaltılmasını gerektirmez. Örneğin, benim tam özgürlüğe sahip olmam K. Kılıçdaroğlu’nun özgürlüğünün kısıtlanmasına dayanmaz. Aynı zamanda, teorik olarak, haklar birbirleriyle çelişmez. Taleplerin durumu farklıdır. Bir alana ne yapılmalı denince, söz gelişi, beş talep ortaya çıkabilir. Bunların hepsi birbirini dışlayıcıdır. Birine cevap verilirse diğerlerine cevap verilemez. Bundan dolayı, hangi talebin dikkate alınması gerektiği sorusuna cevap vermekte kullanılacak bir ilke, bir yöntem geliştirme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu ilkenin âdil, yöntemin işe yarar olması şarttır. Birçok yol bulunabilir. Örneğin, bir köyde, en yaşlı kimsenin tercihine uyulabilir. Kalabalık şehirlerin gözde mekânlarındaysa, en iyi yol sandığa gitmek, sandık sonuçlarına uymaktır. Elbette bu her zaman ‘en iyi’ neticelerin alınmasını sağlamaz. Ama en iyinin ne olduğu zaten tartışmalıdır ve en iyinin keşfinden daha önemlisi meşru ve işler bir yol bulunmasıdır.
Umarım önlük örneğinin Gezi olayına niye emsal teşkil edemeyeceğini anlatabilmişimdir. Yine de, çoğunluğun iktidarının sınırlanmasının öneminin altını bir kere daha çizmeliyiz. Liberal demokrasi teorisinden haberdar birinin vurgulamayı siyasî otoritenin alanının daraltılması, yetkilerin adem-i merkezileştirilmesi ve sivil alanın genişletilmesi üzerine koyması beklenir. Devletin sınırlı tutulması, kuvvetler ayrılığı, hukukun hâkimiyeti bunun araçlarıdır. Ancak, en az onlar kadar önem taşıyan başka araçlar da vardır. Ekonomik gücün temerküz etmesini ve siyasî güce eklemlenmesini önleyen piyasa ekonomisi, korunan alanı tanımlama ve teşhis aracı özel mülkiyet kurumu ve insanların kendi hayatını kazanmasını mümkün kılan meslek seçme ve uygulama özgürlüğü ile serbest ticaret gibi. Gezi bir özel mülk olsaydı üzücü olayların çoğu yaşanmazdı.
Evet, AK Parti hükümeti sınırlanmalıdır elbette, ama Taksim Dayanışması ve onun taşeronluğunu yaptığı T. C. devleti lehine değil, insan hakları ve sivil toplum lehine. Meselenin özü budur. Tabiî anlayabilene, anlamak isteyene.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.