İlginç değil mi? Bu yıl 1960 darbesinin 50. yılı. Tam da bu vesileyle darbeciliği ve darbecileri sorgulayalım derken, tersi oluyor. Hükümet, tıpkı 27 Mayıs öncesinde olduğu gibi ‘sivil dikta’ suçlamalarıyla karşılaşıyor.
Ne ‘sivil diktatörlük’ü? Dün, Star’dan Şamil Tayyar çok güzel özetlemiş; koca bir sayfa AK Parti iktidarının ‘iktidarsızlığı’nı anlatmaya yetmemiş. Nasıl bir ‘diktatörlük’ ki bu, normal iktidar gücünden bile yoksun hâlâ. Elindeki ‘kısıtlı’ iktidar bile çok görülüyor.
Memleket elli yıldır bir arpa boyu yol almamış gibi bazıları aynı tezgâhlarla iktidarı devirmeye çalışıyor, artık bıkkınlık veren ‘medya-CHP el ele, ordu göreve’ formülünü yeniden sahneye sürüyorlar. Demokraside kaybedenler demokrasiyi hedefe koymaktan çekinmiyorlar.
Bu defa başarabilecekler mi? Sanmam, ama denedikleri ortada. 2003-2004 yıllarında en az dört defa bu işi planladıklarını biliyoruz. Son bir yıl içinde ortaya çıkan ıslak imzalı ve kafesli belgeler hâlâ ordu içinde çetelerin var olduğunu gösteriyor. Neden vazgeçsinler ki bu işten? Ergenekon soruşturması tabii ki caydırıcı, ama korunduklarını düşündükleri bir yapının içindelerse ve kamuoyunun ve medyanın bir kısmından destek bulacaklarını umuyorlarsa orduda cuntalar bitmez. Zaten, Metropoll’ün son kamuoyu araştırmasına göre halk arasında da ordu içinde darbe heveslilerinin bulunduğunu düşünenlerin oranı % 55.
Tamam, 1960 Türkiye’si ile bugünkü Türkiye aynı değil. Henüz ‘tam demokrasi’den epeyce uzakta olmakla birlikte ekonomisi, sivil toplumu, dünya ile entegrasyon düzeyi, siyasal bilinciyle çok farklı yerde. O kadar farklı yerde ki 1960 darbesiyle kurulan ‘askerî/bürokratik vesayet rejimi’ni dönüştürme sürecinde.
Yine de ‘ihtimal’in ortadan kalktığını düşünmek için erken. Menderes’in hatasından herkes dersini çıkarmalı. Koca ‘sivil dikta’ üç-beş saat içinde 38 kişilik, en rütbelisi bir tümgeneral olan cunta tarafından çökertilebilmişti. Üç-beş ‘çılgın Türk’ ile son derece hesaplı kitaplı başka kesimlerin beklentilerinden bir ‘girişim’ neden çıkmasın?
2003-2004 döneminde planladıkları darbeyi başaramayanlar bir medya grubunu destek vermediği, hükümetten yana durduğu için yerden yere vurmuşlar eldeki bilgilere göre. Şimdi durum farklı; o dönemde şirket kârlarını katlamakla meşgul olan medya grubu, bugün hükümete karşı bir ‘varoluş’ mücadelesi veriyor. 1960 darbesine gerekçe oluşturan ‘sivil dikta’ tartışmalarını başlatan da bu medya grubu. Dikkat!…
Öte yandan 28 Şubat süreciyle ilintilendirilen bir devletle de hükümet son bir yıldır karşı karşıya. Adını koyalım, İsrail. Birileri bir yıldır İsrail’in Türkiye’yi ‘cezalandırmasını’ bekliyor. Ama nasıl? Soru bu… AK Parti’den ve Erdoğan’dan kurtulmak istedikleri her hallerinden belli. ABD yönetiminden önemli ölçüde dışlanan ‘neo-con’ların İsrail bağlantılı kalemlerinin yazdıklarına bakarsak AK Parti ‘nefreti’nin boyutlarını kolayca anlayabiliriz.
İçerdeki ve dışardaki bu iki gücün AK Parti hükümetinden kurtulmak için, kendi aralarında işbirliği dahil olmak üzere farklı kesimlerle birlikte hareket etme ihtimalleri var mı acaba? Bu durum cuntaları heveslendirebilir, ‘dış destek’ ve ‘medya desteği’ ihtiyaçlarını bu kaynaklardan sağlayabileceklerini düşündürebilir.
Ortaya atılan son iki tartışma konusu bu bağlamda çok anlamlı. Birincisi ‘sivil darbe’… Son birkaç yılda tedavüle sokulan ‘Malezyalılaşma’ ve ‘mahalle baskısı’ gibi tartışmaların sadece platformu değil kaynağı da söz konusu medya grubuydu. İkincisi ‘Türkiye eksen değiştiriyor’ tartışması. Bunlardan birincisi ‘iç’ destek ve meşruiyet, ikincisi ‘dış’ çevreleri ve özellikle Batı’yı kafalamak veya en azından ‘nötralize etmek’ için esaslı birer çıkış noktası olabilir.
Demokrasi, bir medya grubunun kurtuluşuna ve/ya bir yabancı devletin AK Parti’den almak istediği rövanşa kurban edilecek mi?
Zaman, 19.01.2009