Türkiye’de demokrasiye yeniden geçişi sağlayan hür ve serbest seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950 tarihinden bu yana, çok sayıda seçimler yapıldı. Hatta 2013 yılından sonraki dönemde nerede ise yılda bir seçim ya da referandum yapıldığı görüldü. Hemen hemen her seçimden sonra çıkarılacak derslerden, halk tarafından verilen mesajlardan bahsedilir. Bu bağlamda bazen en uç eleştiriler yapılır, bazen de yapıcı eleştiriler ve öneriler ortaya konulur.
Diğer yandan, bu seçimlerin birçoğunda, özellikle hükümet kanadı tarafından yapıldığı iddia edilen seçim yolsuzlukları, hileleri, usulsüzlükleri, maniplasyonları gündeme getirilirdi. Bu bağlamda seçimlerin şaibeli olduğu söylenir ve özellikle belki de Türk demokrasisinin en başarılı olduğu bir alan olan seçimlerin dürüst ve usule uygun olduğu yönündeki başarı gölgelenir. Elbette bütün ülkelerde az ya da çok seçim hileleri ve usulsüzlükler olur. Benzer sorunların geçmişte ülkemizde de yaşandığı görülmüştür. Fakat, genellikle diğer ülkelerde yaşanan usulsüzlükler lokal, kısmî, cüz’i ve göz ardı edilebilir görülürken, Türkiye’de yaşanan benzer usulsüzlükler abartılarak, hatta her türlü konunun önüne geçirilerek, Batı’daki uygulamalara verilen tolerans esirgenerek, ülkemizdeki seçimlere yönelik büyük şaibeler atfedilir. Yazılanlara bakıldığında, diktatörlüklerin mevcut olduğu Ortadoğu ve bazı Latin Amerika ülkeleri ile Türkiye aynı kefeye konulur, maksatlı bazı Batı’lı çevreler, hatta yöneticiler de, bu yönde oluşturulan algılara hatırı sayılır ölçüde destekler verirlerdi.
Önce bir belirleme yapmak istiyorum. Bu seçimlerde, partiler düzeyinde hangisinin daha başarılı olduğunu, hangisinin başarısız olduğunu tespit edebilmek pek mümkün değildir. Çünkü, ittifaklar sebebiyle bazı illerde bazı partilerin aday göstermemiş olmaları, bu partilere verilecek oyların başka partilerin hanesine yazılmasına sebep oluştur. Bir misal vermek gerekirse, her ne kadar HDP’nin, Güney Doğu ve Doğu Anadolu’da ciddi denebilecek düzeyde oy kaybettiği söylenebilir ise de, Türkiye genelinde aldığı oyun gayr-ı resmi sonuçlarda belirtildiği şekilde %4.24 olduğu söylenemez. Çünkü, İstanbul, İzmir ve Ankara ve diğer bazı illerde, HDP aday göstermediği için, fiilî ittifaka bağlı olarak ,bu partiye oy verebilecek seçmenler, adaysızlık sebebiyle fiilen oy vermek zorunda kaldıkları partilerin hanesine yazılmıştır. CHP’nin %30.12 olarak belirlenen yüzde dilimi içinde HDP’nin bu oylarının da mevcut olduğu söylenebilir. Benzer durum diğer partiler için de söz konusudur. Bu vesileyle, partilerin aldıkları iddia edilen oyların tam manası ile bu partilerin seçmen tabanını ya da hakikatli olarak o partiye oy vermek isteyip de verenleri yansıttığı söylenemez.
31 Mart seçimlerinden çıkarılacak dersler, mesajlar vardır. Bazı siyasî partilerin uyguladıkları seçim stratejilerini değiştirmedikleri ya da toplumsal taleplerle uyumlu politikalara yönelmedikleri takdirde, AK Parti de dâhil olmak üzere, gelecekte bazı sorunların kendilerini beklediği rahatlıkla söylenebilir. Burada, gerek seçmenin verdiği mesajlara ve gerekse bazı partilerin uyguladıkları seçim stratejilerine ve politikalarına dair ayrıntıya varmayacak tespitler yapmak istiyorum.
Her şeyden önce muhalefet cenahından seçimlere yönelik hile, usulsüzlük iddialarına pek rastlanmaması önemli bir aşamadır. Çünkü geçmiş yıllarda yapılan seçimlerde muhalefet partilerinin başarısızlıklarını genellikle seçim hilelerine ve şaibelerine bağlarlar, bu konuda ciddi algı oluşturma peşrevleri çekerler ve toplumun belli kesimlerinde de bu yöndeki söylemler karşılık bulurdu. Elbette ki dünyanın hemen her ülkesinde benzer vakalar yaşanır, ama pek abartı olmaksızın sükunetle mesele hallolur. Fakat Türkiye’de öyle algılar oluşturulurdu ki, “sanki yapılan seçimler tamamen bir formaliteden ibarettir, başta bir acımasız diktatör var, o da seçimleri dilediği şekilde yönetir, yapılan seçim değil sanki bir tiyatrodur”. Esasen sağduyu sahibi vatandaşlar, bu algılardan etkilenmeseler de, bu algı toplumun belli kesimlerinde, hem seçimlere hem de demokrasiye olan güvensizliği tetiklemekte; bu olgusal vaka sebebiyle söz konusu kesimler, demokrasi yerine demokrasi harici yönelimleri meşru görür hale gelmekte idiler. Bu seçim en azından muhalif çevreler tarafından benzer söylemlerin dillendirilmediği bir mecrada gerçekleşti. Aslında belki de bu seçim, algısal olarak da toplumda en geniş tasvibe mazhar olan bir seçim oldu. Bu demokrasimiz açısından önemli bir kazanç olsa gerek. Artık umarım bundan sonra da muhalefet, seçim şaibelerine sığınmaksızın daha reel zeminde siyaset ve çözümler geliştirir.
AK Parti ve diğer bütün siyasî partilerin bu seçimlerde alması gereken bazı önemli dersler vardır. Aslında seçmen her seçimde gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerine sürekli mesajlar vermeyi bilmiştir. Fakat siyasi partilerin bunlardan yeterli dersleri çıkardıkları pek söylenemez. Çünkü benzer hatalar her seçimde tekrarlanmaya devam etmektedir.
Esasen Türkiye’de siyasî partilerde, seçimlerden sonra genellikle merkezî organlar tarafından seçimler değerlendirilir. Bu değerlendirmelerde genellikle “nerede oy artışı oldu, nerede azalma oldu” ölçüt alınır. Oysa bu, sadece seçim sonuçlarının değerlendirilmesinden ibarettir. Bunun, seçimlerden mesaj çıkarmak için yeterli bir katkıyı sağlayacağı söylenemez. Çünkü seçimlerde halk tarafından verilen mesajların alınmasında asıl olan neticelerin sebeplerinin bilinmesi ve ona göre çözüm ve politikaların geliştirilmesidir. Bu da, seçimler sonrasında ciddi sosyolojik araştırmaların yapılmasını lüzumlu kılar. Burada yapılması gereken, anket yapmak değil, seçmenlerin oy verirken hangi saiklerle karar verdiklerinin, bir zamanlar AK Parti’ye oy verirken daha sonra niçin bir başka partiye oy verdiklerinin ya da önceki seçimlerde CHP’ye ya da diğer partilere oy verdikleri halde neden başka partilere oy verildiklerinin belirlenmesi icap eder. Bu yönde bir araştırmanın yapıldığına ve buna yönelik politika ve çözümler geliştirildiğine pek rastlanmamaktadır.
Burada bu bağlamda gençler üzerinde kısaca durmak istiyorum. Birkaç dönem sonra geçmişte yaşanan ve demokrasiye zarar veren hiçbir sorunu bilmeyen, geleceğe yönelik ufukları, programları, hesapları, projeleri olan genç nesil siyasetin en baskın belirleyicileri olacaktır. Bu gençlerin ne tür sorunları, ne tür beklentileri, ne tür önerileri var? bütün bunların tespit edilerek, çözüm ve politikaların geliştirilmesi icap ediyor. Her ne kadar, AK Parti iktidarı, özellikle üniversite talebelerine yönelik bursları artırıcı politikalar geliştiriyor, bazı gençlere kredi teşvikleri veriyor ise de, bu tür politikaların gençlerdeki karşılığı nedir, bunlar gençleri ne kadar tatmin etmektedir, eğitimle, iş hayatıyla ilgili beklentileri nelerdir, manevî, sosyal, kültürel vb. ihtiyaçlarına yönelik ne tür araştırmalar yapılmaktadır? Bütün bu sorulara olumlu cevap veren siyasi partiler yoktur. Bu sorulara cevap vermeyen siyasî partilerin gelecekte güçlü olarak uzun ömürlü olma şansları yoktur.
Türkiye’de çok partili siyasî hayata geçildiği 1908 yılından bu yana iktidar-muhalefet ilişkileri, hep katı, kırıcı, sert, bazı kereler hakaret edici, ayrıştırıcı, tabiri caizse kendi saflarını, netice itibariyle karşı safları sıkılaştırıcı, oy akışkanlığını tıkayıcı söylemlerin ve eylemlerin gerçekleştirilmesi şeklinde olmuştur. Bu katı kamplaşmacı, dışlayıcı, bazen hakarete varan söylem ve fiiller, iktidar-muhalefet ilişkilerinde uzlaşı kültürünü minimum düzeye indirmiş, bazı kereler bu çatışmalar, demokrasinin sonlanması ile neticelenen darbelere zemin teşkil etmiştir. Elbette ki demokrasilerde darbelerin meşruiyeti yoktur. Ama siyasi partilerin bu çatışmacı üslubu darbeden medet uman toplumsal ve bürokratik yapının harekete geçmesine sebep olmuştur. Hatta 12 Eylül öncesinde yaşanan en üst düzeydeki siyasî çatışmalar, 12 Eylül yönetiminin toplumun çok büyük kesiminde tasvip görmesine de sebep olmuştur. 31 Mart seçimlerinde, özellikle AK Parti ve MHP’nin katı, illet, zillet, şer ittifakı şeklindeki aşağılayıcı, terörist suçlaması şeklindeki karşı tarafı PKK ile bütünleştiren söylemleri, her ne kadar AK Parti’li ve MHP’li seçmenlerin konsolide olmalarına katkı sağladığı söylenebilir ise de, bu söylemler, Cumhur İttifakı kadar katı, aşağılayıcı, dışlayıcı söylem geliştirmeyen, daha ılımlı, kuşatıcı, kapsayıcı söylemler geliştiren Millet İttifakı tabanının hem daha fazla konsolide olmasına katkı sağlamış, hem de bu söylem, uzlaşı kültürünün zarar görmesine sebep olmuştur. Önce bir tabana “illet, zillet, şer ittifakı, terörist” nitelemesi yapıp, sonra da onlardan “kardeşlerim sizlerden de oy bekliyorum” demenin, imkânsızın talep edilmesinden öte bir anlamı olmayacaktır. Bu söylem o kadar sorunlu ki, birbirleri ile doku uyuşması ihtimali en alt düzeyde olan Millet Partisi-HDP, Saadet Partisi-CHP tabanının, Cumhur İttifakından çok daha konsolide bir şekilde Millet İttifakı şemsiyesi altında ittifak tesis etmelerini sağlamıştır. Bu Millet İttifakı’nın çok daha güçlü bir şekilde kurulmasına, bir yandan bu ittifak içinde yer alanların, daha ılımlı, yumuşak, kucaklayıcı, hakaret içermeyen söylemleri dillendirmeleri, diğer yandan da Cumhur İttifakı’nın, dışlayıcı, katı, aşağılayıcı söylemleri birlikte katkı sağlamıştır. Katı, dışlayıcı, aşağılayıcı, çatışmacı siyasî üslubun Türk demokrasisine katkı sağlamak yerine zarar verdiği muhakkak bir hakikattir. Artık uzlaşı kültürünü artırıcı politikalar, hem Türk demokrasisinin geleceğine katkı sağlayacak, hem de bu politikaları benimseyen siyasî partiler daha başarılı olacaktır.
2017 Anayasa değişikliği ile benimsenen başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sisteminin sağladığı en hayırlı neticenin, Cumhurbaşkanı seçilebilmek için en az %50+1 oy alma ihtiyacı sebebiyle partilerin ittifak ihtiyacı içinde olmalarıdır. Bu ihtiyaç, ittifak içinde yer alan siyasî partilerin en azından kendi aralarında daha ılıman ve uzlaşı içinde olmalarını sağlamaktadır. Bu yaklaşım, partilerin katı ideolojik sert çekirdeklerinin zayıflamasına, birbirlerini gören, söylemlerini dikkate alan, empati yapmalarını sağlayan politika, çözüm ve söylemlerin gelişmesine katkı sağlayacaktır. Bu, beraberinde ya iki partili bir hayata evrilmeyi sağlayacak ya da birbirlerine yakın partilerin asgari müştereklerde bütünleşerek daha ılımlı, en azından kendi aralarında daha uzlaşmacı söylemleri geliştirmelerine katkı sağlayacaktır. Katı, çatışmacı, dışlayıcı, aşağılayıcı, ithamcı söylemlerden partilerin zarar görmeleri, muhtemelen iki ittifak arasındaki katı çatışmacı ilişkilerin yerini daha ılımlı, projeci, çözümcü, uzlaşıcı politikalar almasına katkı sağlayacağı söylenebilir. Belki de Türk demokrasisinin en büyük kazancı bu olacaktır. Bunun muhalefete yönelik en büyük katkısı, iktidar olduğu zaman başarılı olmasının yolunu aralayacaktır. Çünkü sadece yıkmak için motive olan bir muhalefetin, iktidara geldiği zaman ülkeye olumlu katkıları olmayacaktır. Çünkü kafalar, düşünceler, politikalar, yapmak üzere değil yıkmak üzere şekillendiği için, iktidar oldukları zaman, olumlu politikaları geliştirmeyi öğreninceye kadar iktidar elden gidecektir. Bunun en bariz misali, bütün motivasyonu Abdülhamid’i yıkmak olan İttihatçıların iktidara gelmesinin neticesi, başarısızlığın çok ötesinde Osmanlı’nın dağılması olmuştur. Türkiye’nin ihtiyacı, çatışma değil uzlaşı içinde, ılıman süreçte, toplumu olumlu politik çözümlerle ikna etmektir.
AK Parti özelinde daha başarılı olmayı engelleyen aksaklıklardan birisi de şudur. Genellikle AK Parti’nin seçim politikaları Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın aktif faaliyetlerine endekslidir. Sayın Cumhurbaşkanımız, kitleleri canlı tutacak makro düzeyde söylemleri canlı bir şekilde dile getirse de, seçmenler üzerinde, mikro düzeyde muhalefet tarafından geliştirilen bazı söylemlerin oldukça etkili olduğu söylenebilir. Tabiri caizse dedikodu, fiskos şeklindeki ithamcı, seçmenlerin etkilenmesine sebep olan, çoğu kereler cevabı da verilmeyen söylemlerin, makro söylemlerle cevabı verilmediği gibi, teşkilatlar da itibar etmedikleri, üzerine eğilmedikleri için, geniş seçmenler üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Bu söylemler, bazılarının eğilim değiştirmesine sebep olmuş, bir kısmı susmak zorunda kalmış, bazıları da bu söylemlere rağmen, partilerine sadakate bağlı olarak oy vermişlerdir. Çoğunun ikna edici cevapları, mahalli ya da merkezî yöneticilerde olduğu halde, bu söylemlerin izale edilememesi, tabanı hem savunmasız bırakmış, hem de karşı ittifakta yer alanları partilerine davet etmede ellerini zayıflatmış ya da tamamen güçsüzleştirmiştir. Buna birkaç misal vermek istiyorum. Bizzat şahit olduğu iki ilden birinde, halk arasında yayılan söylem şu yönde olmuştur: “AK Parti adayı bu ildeki bütün mazot kaçakçılığını yöneten, bundan milyonlarca lira haksız, gayrı meşru rant sağlayan kişidir, hatta bu kişi aynı zamanda İŞİT’çidir”. Bir başka ildeki aday için “bu aday FETÖ’cülerin en önde gidenidir, geçmiş yıllarda şu kadar kere Pensilvanya’ya gitmiş, paraları bizzat kendisi götürmüş, yanında birçok kişiyi alarak Fetö’nün hain lideri ile görüştürmüştür”. Benzer söylemler, farklı versiyonlarla referandum sürecinde de yayılmıştı. Şimdi, bu söylemlerden mahalli yöneticiler haberdar değillerse, bunların tabanla ilişkileri yok demektir. Şayet bildikleri halde susuyorlar ya da partinin üst kademelerine aktarmıyorlarsa, ciddi manada zaaf içindedirler demektir. Oysa bütün bunlardan, hem yereldeki parti adayı kaybetmekte, hem de bundan parti zarar görmektedir. Bu tür sorunlar, sadece mahalli idareler seçimlerinde değil, TBMM seçimlerinde de yaşanmaktadır. Bu tür sorunların yaşandığı iller arttığı ölçüde partinin uğrayacağı zararlar da değişen ölçülerde ziyadeleşmektedir.
Özellikle AK Parti özelinde, birçok ilde, aday belirlemelerinde ciddi sorunların yaşandığı görülmektedir. Burada yaşanan sorunlar, çeşitlilik arz etmektedir. Bunların tamamına değinmeyeceğim. Bunlardan belki de en önemli olanı, hakkında yerel ölçekte ciddi şaibe iddiaları olan kişilerin aday yapıldığı yönündeki olgulardır. Burada, kastım bu kişiler hakkında iddia edilen şaibelerin mutlaka sahih olduğuna söylemek değildir. Bu konuda, ciddi manada algılar mevcut olduğu, hatta bazı AK Parti’lilerin de böyle olduğuna inandığı ya da bu söylemlerden etkilendiği bir adayın gösterilmesi, gerek AK Parti, gerekse ittifak içinde MHP’lilerin de olumsuz yönde etkilenmelerine sebep olmuştur. Biraz önceki paragrafta belirttiğim vaka sebebiyle bu söylemlere yönelik hiç ya da yeterli cevapların verilmemesi ya da farklı algıların oluşmasını sağlayıcı söylemlerin geliştirilmemiş olması sebebiyle başarısızlıklar beraberinde gelmiştir. Artık partili yöneticilerin şunu çok iyi bilmeleri icap ediyor. Türkiye’de lider eksenli oy veren seçmenler mevcut olmakla birlikte, kendi hassasiyetlerini dikkate almaksızın, hatta bu hassasiyetlere rağmen gösterilen adaylara oy vermeyen çok sayıda seçmen var. Artık bu seçmenler, siyasî hayatta belirleyici olmaya başlamıştır. Bazen bu eğilimdeki seçmenleri %10 mesabesinde de olsalar, bunlar neticeyi belirleyici olabilmektedirler. Artık partilerin, bu gerçekliği bilmeksizin hareket etmeye devam ettikleri sürece, umulmadık, dramatik sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Gerek bu gerekse önceki seçimlerden alınacak daha başka dersler ve mesajlar da mevcuttur. Fakat bu yazıda sadece bunlarla iktifa etmek istiyorum. Umarım, siyasi partiler üzerlerine düşen dersleri çıkarırlar, işte o zaman hem bu dersi çıkararak lüzumlu politikaları geliştirmekten o parti, hem de Türk demokrasisi kazançlı çıkacaktır. Aksi halde, hem bu dersi çıkarmayan partiler, hem de Türk demokrasisi zarar görür.
8 Nisan 2019