Bundan tam 90 yıl önce bugün, Saruhan Mebusu Vasıf Çınar ve arkadaşları gerekçelerine “Bir devletin irfan ve maarif-i umumiye siyasetinde, milletin fikir ve his itibariyle vahdetini temin etmek için tevhid-i tedrisât en doğru, en ilmî, en asrî ve her yerde fevâid ve muhassenâtı görülmüş bir umdedir… Saltanat-ı Münderise-i Osmaniye, tevhid-i tedrisâta başlamak istemiş ise de buna muvaffak olamamış ve bilakis bu hususta bir ikilik bile vücuda gelmiştir. Bu ikilik, vahdet-i terbiye ve tedris nokta-i nazarından birçok muzır neticeler tevlid etti. Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir” yazarak Tevhid-i Tedrisat Hakkındaki Kanun Teklifi’ni TBMM’ne sunmuştu. Meclisten geçen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasasına göre devlet denetimi dışında eğitim veren tüm öğretim kurumlarının varlığına son verildi, medreselerin kapatılmasıyla mesleki amaçlı din eğitimi devletin resmi görevleri arasına katıldı aynı zamanda vakıflar da devletin tasarrufuna verildi. Kısacası 600 yıllık medrese birikimi, binaları, mülkü vs olduğu gibi Maarif Vekâletine aktarıldı.
Kanun o kadar önemlidir ki bir yıl sonra İsmet İnönü “Muallimler Birliği’nde” kararlığını şu şekilde ifade edecektir;” Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir. Kanunun bu husustaki salahiyetini bütün şümulü ile tatbikte en ufak bir tereddüt gösterecek değiliz. Hiç bir mani karşısında tevakkuf etmeyeceğiz, ettirmeyeceğiz… Milli terbiye istiyoruz; bu ne demektir. Bunu zıddile daha vazıh anlarız. Milli terbiyenin zıddı nedir derlerse söyleyebiliriz, bu belki dini terbiye yahut beynelmilel terbiyedir. Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir. Sistem bu…”Kanunu mühim kılan bir diğer önemli hususta dönemin ulus devletçi sistemlerin “eğitimi” toplumu yeniden şekillendirebilecek bir mekanizma olarak keşfedip devreye sokmalarından kaynaklanmaktaydı. Bilindiği gibi ulus devletçi sistemlerin hâkim olduğu 1920’li 30’lu yıllar tek bir renkten, inançtan, dilden ve ırktan müteşekkil yeni bir ulus yaratılmaya çalışıldığı yıllardı. Çünkü 1806 yılında yapılan Jena Savaşı’nda Napolyon’un ordularına yenilen Prusya’nın bir çıkış yolu olarak ortaya attığı zorunlu devletçi eğitim sistemi işe yaramaktaydı. Her ne kadar 1839 yılında ABD’de Ohio Eyaleti çift dilli eğitimi yasalaştıran özgürlükçü kararlar alıyor olsa da Avrupa ve Asya’nın birçok bölgesinde durum farklıydı.Netice itibariyle biz de Prusya eğitim sisteminden ödünç alarak yeni bir eğitim sistemini devreye sokmuştuk.İleride gerçekleşecek olan bazı inkılâpların alt yapısının oluşturulmak istendiğini de not düşerek..
Tevhid-i Tedrisat nedir?
1924 yılında 430 sayılı kanunla “Türkiye dâhilinde bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur” denilerek kabul edilen ve yürürlüğe sokulan ve hala mevcut anayasanın 174.maddesiyle koruma altında tutulan Tevhid-i Tedrisat kanunu aradan 90 yıl geçmesine rağmen bizde geçerliliğini muhafaza eden bir kanundur. Kısaca “eğitim birliği” olarak da bilinen Tevhid-i Tedrisat kanununa göre, bütün okullar devletin denetimine girmiştir ayrıca kanuna göre Türkiye’de hiç kimse etnik ve dini okul açamaz. Eğitimin birliğini öngören bu anlayış, eğitimle ilgili tüm ipleri Milli Eğitimin uhdesine vermiştir. Bu anlayışa göre bir toplumun ihtiyaç hissettiği din adamını, meslek adamını, askerini, sanatçısını, bilim adamını, kültür adamını kısaca tüm alanlarda ihtiyaç duyduğu insan gücünü Milli Eğitim yetiştirecektir. Bu sistemde, alternatif uygulamalara, esnek eğitim modellerine, farklı dil, görüş ve inançlara göre düşünülmüş ders kitaplarına vs. şans tanınmaz. Eğitimin finansmanından, müfredatına, ders kitaplarından, bireyin tutum ve davranışlarına varıncaya kadar tüm unsurlarını tek merkezden emir-komuta biçiminde işleyen hiyerarşik bir yapılanmayla yönlendirmeyi tercih eder. Tevhid-i Tedrisatçı eğitim sisteminde öğrencilere devletin istemediği hiçbir bilgi ve değer de aktarılamaz. Dolayısıyla öğrenciler otonom bir kişilik elde edemedikleri için neyin doğru, neyin yanlış ve kimin dost, kimin düşman olduğunu ve olacağını ancak ve ancak devletin belirlediği kriterlerle anlarlar ve bu doğrultuda bir anlayışla hayatlarını sürdürürler.
Eğitim, bu kanundan kurtulmalıdır;
Türkiye’de eğitim meselesi aynı zamanda bir zihniyet ve özgürlük meselesidir. Milyonlarca bireyin eğitim kurumlarından eğitildiği bir mekanizmanın evvele özgürlük çerçevesinden ele alınmaya ihtiyacı vardır. Ne var ki eğitim, mevcut yasal düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda tek bir model ve ideoloji çerçevesinde işlev görmektedir. Hakkını yememek lazım AK Parti döneminde eğitimin temel sorunlarına temas eden birçok reform yapıldı ve bu uğurda da bir niyet de söz konusu. Ne var ki eğitimin büyük ölçüde topluma bırakılması ve aile tercihleri doğrultusunda yön verilmesi noktasında ciddi eksiklikler var. En önemlisi de 1924 yılında yürürlüğe sokulan 430 sayılı kanunun artık 2014 dünyasının ihtiyaçlarını karşılamaktan bir hayli uzak olduğu gerçeğinin görülmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin demokratik ülkelerde olduğu gibi farklı eğitim modelleriyle, sistemleriyle, anlayış ve uygulamalarıyla eğitim kalitesini arttırması gerekmektedir. Ne var ki buna mani olan birtakım yapılanmaların da olduğu bir vakıadır. Demokratik bir ülkede cemaatlerin kendi okullarını açması kadar doğal bir şey olabilir mi? Ama hiçbir demokratik ülkede de bizde olduğu gibi cemaatler halkın oylarıyla iktidar olmuş bir siyasi partinin meşruluğunu sorgulamaya varana kadar bir dizi eylemin içerisine girmezler. Son günlerde hepimizin gözleri önünde cereyan eden bu vahim örneği ibretle izlemekteyiz. Bu bakımdan öncelikle bu tür yapılanmalardan arınmamız ve bir daha bu tür işlere tevessül etmeyecekleri hukuki bir zemin oluşturulmalıdır.
Tevhid-i Tedrisat 19.yüzyıl dönemi ulus devletçi sistemlerin estirdiği “tekçi” anlayışın bir ürünüdür. Aradan 90 yıl geçmesine rağmen hala bu kanunu savunanlar bulunmaktadır. Oysa kanunu eğitim çerçevesinden savunmak demek bir bakıma günümüz dünyasının gerçeklerini tanımamak demektir. Türkiye ivedilikle paralel yapılanmadan sonrasında da 19.yüzyıl paradigmasıyla yürürlüğe sokulmuş Tevhid-i Tedrisatçı yapıdan kurtulması gerekmektedir. Yeni Türkiye artık bunu yapabilecek kaliteye, cesarete ve olgunluğa ulaşmış durumdadır.