Totalitarizm ve Siyasal İslam

Bugünlerde yeni bir İslami hassasiyet geliştirilmeye ya da diriltilmeye çalışılıyor. Son olarak Hayrettin Karaman ve Yusuf Kaplan’ın özgürlükler, hukuk ve farklılıklar konusunda ortaya koydukları düşünceler tartışılmaya başlandı. Adı geçen yazarların konuşma bağlamları farklı görünmekle beraber özünde baskıcı ve dayatmacı bir yaklaşım oluşturdukları açıkça okunabilmektedir.

Tarihsel bir sorun olmakla beraber totalitarizm çağımızın ana eğilimi olmaya devam etmektedir. Farklı biçimleri olan bu zihinsel yaklaşım esas olarak baskıcı, dayatmacı, kurtuluş vaadiyle toplumları değiştirmeyi amaçlayan bir ideolojiler kümesidir. Bu kümenin kapsamında birbirine tezat olduğu düşünülen çeşitli fikir akımları yer alır. Bunların başlıcaları sosyalizm, faşizm ve bu ekollerden yöntemsel olduğu kadar içerik bakımından da etkilenen siyasal dinciliklerdir. Örneğin İslamcılık, Marksist Hıristiyancılık gibi türedi yaklaşımlar bu kapsamda değerlendirilebilir.  Ayrıca, siyonizm de bu bağlamda ele alınabilir.

Bu tür ekollerin izahını yapmak gibi bir niyet taşımıyorum, sadece totaliter kapsamın içeriğini sunmak istedim. Müslüman olmakla İslamcı olmak arasındaki farkı pek kavramış görünmeyen Kaplan, Marks’ın felsefeyi yüceltmek amacıyla yazdığı ‘felsefenin sefaleti’niyanlış tevil ederek liberalizmi aşağılamak üzere ‘liberalizmin sefaleti’ olarak uyarlamaya ve olmakla sahip olmak ikilemiyle eleştirisine derinlik katmaya çalışmıştır. Tabi ona göre liberal felsefenin teorik bir zemini de bulunmamaktadır. Bu görüşünü yine yanlış bir Atilla Yayla okumasına dayandırmaktadır.

Teorik tartışmalar ve eleştiriler öncelikle kavramların doğru kullanımına dayanmak zorundadır. Liberalizmi eleştiriyorum derken aslında mensup olduğu totaliter felsefeyi, devlet tapıcılığını ve seküler dayatmacılığı anlatmış oluyor. Bir tür sol çarpıtma olan ‘anti-kapitalist müslüman’ imgesini hayata geçirmeye çalışıyor. Şüphesiz bunun önemli bir nedeni de iktidara duyulan yakınlık olabilir. Tıpkı Hayrettin Karaman’ın farklı yaşam tarzına sahip insanları ve farklı etnik gurupları asimilasyona davet eden yaklaşımına benziyor.

Bu tutuma itirazımı iki temel üzerinden yapmak istiyorum. Birincisi ortaya konan bu totaliter yaklaşımların İslamla temellendirilemeyeceğine dairdir. Ancak kendilerinin durumuna düşmemek için ayet ve hadislere müracaat yerine İslam’ın bir ‘iyi ahlak’ ve ‘adil yaşam’ öğretisi ve insanı iyiliğe yönelten ilahi bir din olduğunu belirtmek istiyorum. Ne yazık ki ilahiyatçı bakış İslamı teknik bir çalışma alanına dönüştürerek bir tür uzmanlar dini haline getirmektedir.

İkinci itirazım liberalizmin kavramsal olarak tamamen yanılış tarif edilmesine yöneliktir. Nitekim Kaplan bu yaklaşımın tipik örneği olmuştur. Bir bakıma fil hayvanını deve ismiyle tasvire kalkışmıştır. Zira liberalizm özünde bir özgürlük doktrinidir ve insanı temel alarak kendi bireyselliği içinde varoluşunu mümkün kılan temel hak ve özgürlüklerini tanımayı esas alır. Yani olmak-sahip olmak ikilemi burada anlamsız hale gelir. Sahip olmadan olunmayacağı aşikârdır. Özgürlüğe, düşünceye, imana, zamana ve mekâna sahip olmadan olmak veya özel olarak ‘Müslüman olmak’ da mümkün değildir. Kıta Avrupa’sı ve Anglo-sakson felsefe geleneği, daha sonra Avusturya Okulu gibi güçlü fikir hareketleri sanırım liberalizmin nasıl bir felsefi temele oturduğunun en çarpıcı örnekleri olsa gerek.

Sonuç olarak çeşitliliği tanımak, kültürel çokluk, tahakkümün reddi, bireysel hakların güvence altına alınması ve özgür toplum ideali kurtuluş vadeden hiçbir nevi totaliter akılla bağdaşmaz. İslamcılık ise ne yazık ki daha çok merkezi, yani devleti dolayısıyla otoriteyi esas almaya devam ediyor…

Sivil Düşünce

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,719TakipçilerTakip Et