Daha önce Tolstoy’la ilgili bir yazımda Tolstoy’un çok yönlü bir yazar olduğundan bahsetmiştim. Çok yönlü olduğu için de Tolstoy üzerine yazı yazmak kolay olmuyor. Bir yanını yazdığınızda diğer özgünlükleri eksik kalıyor. Ne zaman Tolstoy üzerine bir yazı yazmak istesem elim titrer. Türkçe yazın dünyasında çok bilinmez ama Tolstoy’un bir özelliği de pedagoji alanında epey bir uğraş vermiş olmasıdır. Peki Tolstoy bir pedagog mudur? Bunu çağın pedagoglarıyla konuşmak gerekebilir. Ama kendi döneminde devletin dayatmacı eğitim sistemine karşı özgürlükçü bir eğitim öğrenim kuramı geliştirdiğini kitaplardan yazılı belgelerden öğreniyoruz. Tolstoy’un bu konudaki literatürüne baktığımızda O “Eğitim” kelimesinin klasik ve resmî anlamda içerdiği anlamı pek doğru bulmaz. Klasik resmî eğitim geleneğine eleştirel yaklaşır. Onun eğitimden kastettiği şey hayatın içinde öğrenim ve deneyimlemedir. Dayatan değil, soru sorduran bir yöntemi savunur. Tolstoy’un Rusya’da 1860’larda Yasnaya Polyana köyünde hayata geçirmeye çalıştığı okul girişimi, gündelik hayatla bağı olan teorik ve pratik bir okul deneyimidir. Bu eğitim deneyimini dönemin Rusya eğitim bakanlığına önerir ama pek sıcak karşılanmaz. Kendi imkânlarıyla yapabildiği kadar hayata geçirmeye çalışmıştır. Tolstoy’u böyle bir girişime başlatan şeyin bir Moskova anısı olduğu anlatılır. Bu anlatıya göre, Tolstoy bir gün Moskova’daki okulları ziyaret ederken suda boğulan çocukları izliyormuş gibi bir hissiyata kapıldığını ifade eder: “Ah, keşke onları çekip çıkarabilsem, ama ilk kimi kurtaracağım, bir sonra kimi. Bu boğulan şey en değerli şey, ruhani bir şey” der. Bu gözlemlerinde ulaştığı şey, devlet okullarının ve eğitim sisteminin çocukları yozlaştırdığı ve Batı aklının esiri yaptığı yönündedir. Gezdiği yerde, “Çocuklarımız Avrupa aklıyla ülkelerinden ve kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılıyorlar.” der.
Tolstoy’a göre öğrenme süreci, kendi kendine kavramlar oluşturması için öğrenciye özgürlük tanınmasından ibaret olmalı; okul, öğretmen ve öğrenciler arasında süren bir iş birliği aracılığıyla dünyanın doğal bir soruşturmasını teşvik ederek, böyle bir eğitime aracı olmalıdır. Tolstoy 1860’ların başında Yasnaya Polyana dergisinde “Eğitim ve Öğretim” üzerine şu tanımı yapar: “Öğrencilerin doğrudan baskı ya da ikna yeteneği ile zorlamadan bilgiyi aktarmak amacıyla bir insanın, bir diğerine göre fazlasıyla bilinçli eylemi” olması gerektiğini ifade eder. Tolstoy’a göre eğitimin püf noktası, çocukların merakını uyandırmaktır, çocuk “kendi görüşlerinin yanlışlığını ve yetersizliğini bilerek” bilgi arayışı için teşvik edilmelidir. (Daniel Moulin, Eğitici Tolstoy, Hece Yay. Çev: Özlem Akçay)
Tolstoy, temelinde uygulamalı olan bir eğitim görüşü geliştirir. Eğitimin en iyi, daimi bir pedagojik laboratuvar olarak, sabit kuramları asla gözlemlerden soyutlayarak değil ancak her zaman öğrenci ve öğretmenlerin ihtiyaçlarına karşılık vererek – “tek eğitim yöntemi deneydir ve bunun tek kıstası da özgürlüktür.” der.
Tolstoy’un üniversiteler hakkında yapmış olduğu eleştirel gözlem ise bugün bile geçerliliğini koruyor sanki. Tolstoy üniversiteleri, üst tabakaların ahlâkî çöküşünün, boş gururunun ve küstahlığının kaynağı olmakla suçlar. Evinden alınan öğrencinin, miskin bir hayat sürmeye ve sigara içmek ve alkol tüketmek gibi kötü alışkanlıklar edinmeye teşvik edildiği göz önünde bulundurulduğunda öğretilen akademik konular, bütünüyle hayatla ilgisizdir. Tek eğitim yöntemi, sınavlar için materyallerin ezberlenmesidir. Böylece öğrenciler hiçbir gerçek sorgulamada yer almaz fakat sadece verilen bir konuda profesörlerin görüşlerine katılarak kendilerini onlara sevdirmek zorundadırlar. Tolstoy dersleri “önemsiz, gülünç bir tören” olduğu için eleştirir. Derslerin yayınlanmamasının sebebinin, yeterli kalitede olmamaları olduğunu iddia eder ve gerçek tartışmaya müsaade ettikleri vakit sözlü iletişim savunmalarının geçerli olacağına inanır. Tolstoy kendi döneminde üniversitelerdeki sorunu şöyle açıklar: “Üniversiteler ne eğitimde önemli özgürlük ilkesini ne de zorlama ilkesini onaylar. Üniversiteleri, insanların ihtiyaçlarına göre şekillendirmenin daha iyi olacağını fakat bunların neler olabileceğini henüz kimse düşünmediği için, bunun mümkün olmadığını düşünür.” (Eğitici Tolstoy)
Tolstoy daha sonraki yazılarında, yozlaşmış, aldatıcı ve kötü sosyal düzenin çarkları olarak modern ulus devletlerin eğitim sistemlerini kınamaya devam etmiştir. Tolstoy’a göre faydalı eğitimin içeriği şöyle olmalıdır: “Özgürlük, boyun eğmeme ve şiddete başvurmama, dış kargaşadan ortaya çıkan organik bir ahlâkî düzen, yaşamın zekâya üstünlüğü, insan ilişkilerini yapay hiyerarşiler ve samimiyetten uzak soyutlamaların çift yönlü engelinin üzerinde yaşama gerekliliği, somut, canlı ve faydalı olanın bilgisi pahasına kuramsal bilgiye olan ilgisizlik” olduğunu açıklar. (Eğitici Tolstoy)
Tolstoy’dan sonra eğitim mirası olarak geriye ne kaldı sorusunu sorduğumuzda, Bolşeviklerin, Rusya’da iktidar oldukları 1917 Ekim Devriminden sonra, Tolstoy’un Yasnaya Polyana’daki okullarıyla epey uğraştıklarını ve Tolstoy okullarını etkisiz hale getirdiklerini görüyoruz. Öyle ki kızı Alexandra, babası Tolstoy’un doğumunun yüzüncü yıldönümü olan 1928 yılında Yasnaya Polyana okulları ve müzesini koruma altına almak ister. Fakat bu plan, kısa sürede geri tepmiştir. Bolşevik devrimin Eğitim Bakanı Lunaçarski konuyla ilgili bir konuşmasında şunları ifade eder: “Yasnaya Polyana’daki öğrencilerin, amaçlarımıza yabancı olan Tolstoycu bir ruhla eğitileceklerinden korkmuyoruz… hepsini, Tolstoyculuktan arıtacağız.” der. Akabinde gittikçe daha çok okulun, Sovyet politikalarının teşvikine nasıl çekildiğini ve aynı zamanda müze çalışanlarının Tolstoy’un fikirlerinden git gide nasıl daha da uzaklaştığını fark edip istifa eder. Sonraki günlerde Japonya’da bir dizi konferans vermek için izin alabilmiş ve sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde yaşamak zorunda kalmıştır.
Tolstoy’dan sonra Bolşeviklerin Tolstoycuların başına neler getirildiğini yine bu konularda yazılmış ilgili kaynaklardan öğreniyoruz. Yazar Mark Popovski bu konuda “Zorba bir rejimde yaşayan bir insanın direnmesi, dürüstlüğünü bozulmadan koruması mümkün müdür? Tolstoycular bu soruya hayatlarıyla cevap verdiler.” demiştir. (Rosamund Bartlett, Tolstoy: Bir Rus Hayatı, Çev: Zafer Avşar, Everest Yayınları, 2017, İstanbul, s. 428)
Bolşevikler Rusya’da iktidarı ele geçirdikten sonra devrimin kanlı giyotini Tolstoyculara kadar uzandı. 1919’dan 1930’lara kadar yüzlerce Tolstoycu idam edildi. Bazıları ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Rusya’yı terk edenlerden biri de Tolstoy’un kızı Aleksandra Tolstoy idi.
Tolstoy okulu deneyiminde ilginç olan şuydu: Tolstoy’un fikirleri çarlık hükümeti tarafından dine küfür olarak görülmüştü, beş yıl sonra onun yerine gelen Bolşeviklerin kurduğu rejim de bunları kabul edilemez buluyordu. Bolşevikler Çar rejimine üstün gelmişlerdi ama Tolstoyculuğu hâlâ tehdit olarak görmekteydiler. Eğer Tolstoy bir okulsa bu okulu ne Çar rejimi ne de Bolşevikler hiç sevmediler. İki rejimin de baskısına maruz kalmıştır, Tolstoy okulu ve mirası.
Bu yazıda Tolstoy’un eğitimci yanını yazmaya çalıştım ama unutmamamız gereken bir şey var, o da Tolstoy yazarlığı ve edebiyatının bizzat bu okula içkin olmasıdır. Gerek romanları gerekse öykü ve makalelerinin toplamı büyük bir okulun ayrı ayrı sınıfları gibidirler. Tolstoy okulu bildiğimiz klasik anlamıyla toplum mühendisi bir okul değildir. Onun mühendisliği akılcı mühendisliğe karşı eleştirel ve ahlâki ruhani bir mühendisliktir. Bu okulun izlerini en çok Anna Karenina ve Diriliş romanlarında görebiliriz. Tolstoy okulunun ahlâkî yanını Anna Karenina romanında Anna ve Vronsky ikilisinin yozlaşmış şehirli yaşamlarına karşı, Levin ve Kity’nin köy hayatını, ideal olması gereken aile yaşamı olarak önerir. “Diriliş” romanında ise özgürlük anlayışını, kitabın sonlarına doğru romana dahil ettiği, ipini koparmış yaşlı dervişin kimsesiz ve kimliksiz karakteriyle anlatır. Tolstoy büyük romanlarını eğitim çalışmalarından sonra yazmaya başladı. Böyle olduğu için de bu romanlar konularına göre eğitici izler taşırlar. Tolstoy edebiyatı geniş anlamda bir okulsa, ki öyle olduğunu düşünüyorum, bu okula damgasını vuran şey amasız fakatsız şiddet karşıtlığı olmuştur. Benim Tolstoy okulundan anladığım ve gördüğüm şey (Sanki okulun giriş kapısına yazılmış gibi) bir insan şiddet karşıtı olmadan hiçbir şey olmamalıdır. Şiddet karşıtlığı Tolstoy okulunun özeti gibidir.

